24 Mayıs 2019 Cuma

Sophokles - Aias - Kitap İncelemesi - Senaryo - Oyun - Tiyatro


İnsanın başına bela olan kendi benliğidir. Kibir insanı taşa çevirir, akıldan yoksun bırakır, hayvan eder. İnsan akıldan yoksun kalanda akıbetine hazır etmelidir bedenini; ölüm ya da felaket ona en yakın olandır.

“...hiçbir zaman kibirli konuşma
ve sakın böbürlenme birilerinden güçlü
ya da birilerinden zengin olduğun için.
Çünkü bir gün bile sürmez ölümlülerin
yükseklerden düşüp dibe vurması.” (Alıntı)

Sophokles MÖ 400-500 yılları arasında yaşamış, Yunan tragedyasının akla gelen ilk ismidir. Sayısız ödülle dolu bir yaşamı vardır. Konu işleniş ve kendine has tarzıyla Tiyatro tekniğinde sayısız yeniliklere öncülük etmiştir.

Büyük Aias büyük sıfatını hem yaş hem de boy pos olarak üstün olduğu Locris Kralı Oileus’un oğlu Aias’tan alır. Keza ona da Küçük Aias derler. İsminin karşılığı “inleyen” diye manalanmaktadır. Salamisli Kral Güzel Helene talip olduğunda -taliplerin sayısı 250’dir- Helene’nin babası “kızı sadece bir kişinin alacağını ve geri kalan herkesin ise; ne olursa olsun Helene yardım edeceğine dair sözü aldıktan sonra Helene’yi Menelaus’la evlendirir,” burada vermiş olduğu sözden dolayı Aias 12 gemiyle Troya Savaşı’na katılır.

23 Mayıs 2019 Perşembe

Euripides - Andromakhe - Kitap İncelemesi - Senaryo - Oyun - Tiyatro


Konumuz insani güdüler; tabi ki de en başta olması gereken ise kindir. Hırs ise hemen arkasından gelendir. Bu iki güdüyle hesapsız hareket eden her kim olursa olsun sonunda hüsrana uğramaktan kendini alıkoyamaz, ya bedeni dağılır ya da aklı.

Euripides öldükten sonra kıymeti anlaşılan, MÖ 484-406 yıllarında yaşayan Atinalı oyun yazarı. Usta yazarın 100’e yakın eseri olduğu bilinmektedir. Lakin günümüze ulaşan ise 19 eseri vardır.

“Bir korkağın bedeninin güçlü olması neye yarar?” (Alıntı)
“...yürekli bir yaşlı çoğu gençten üstündür.” (Alıntı)

Andromakhe adı “anir” –erkek- ve “makhe” –savaş- kelimelerinden meydana gelir ve karşılığı ise “erkeklere karşı savaşan” manasındadır. Eseri daha iyi algılamak için kesinlikle karakterler hakkında bilgi sahibi olmak gerekmektedir. Andromakhe’yi ise biz Troyalı Hektor’un karısı olarak biliriz. Daha da ayrıntıya girecek olursak eğer;

22 Mayıs 2019 Çarşamba

Homeros - Odysseia - Kitap İncelemesi - Dünya Klasiği - Edebiyat - Destan - Efsane - Mitoloji - Şiir


İlyada nasıl ki bir Achilleus kahramanlık destanıysa Odysseia’da bir Odysseus masalıdır. Odysseus günümüz kelime karşılığı “çileli” demektir.

Homeros MÖ 9. yüzyılda yaşadığı sanılan bir ozandır. Gözlerinin görmediği bazı kaynaklarda bizlere söylenmektedir. Hayatı hakkında olduğu gibi ancak bu konu hakkında da kesin bir bilgi yoktur. Bildiğimiz tek şey ise İlyada ve Odyssiea diye iki kitap var ve bunların yazarı Homeros olarak bilinmesidir.

“Yeryüzünde yürüyen ve soluk alan yaratıklar arasında
insandan daha güçsüz bir yaratık beslemez toprak ana.” (Alıntı)

İlyada gibi Odysseia da sözlü edebiyat ürünüdür. Bizim edebiyatımızda tam karşılığı olmasa da aruza yakın bir edebiyat örneğidir. Benzerliklerimiz sadece aruz ile sınırlı değil. Özellikle bir hapşırma sahnesi vardır ki hayatımda sıkça karşılaştığımdır. Bir diğeri ise benzetmeler örneğin “Ayağı Tez Odyyseus,” “Kusursuz Andromakhe,” “İnek Gözlü Here” bizim yörelerimizde ise “Altın Dişli Hayriye” gibi. Bu benzetmeler sözlü edebiyat içindir. Çünkü dinleyeni uyanık tutması sebebiyle aykırı olmasıyla karşımıza çıkar. Dinleyiciyi etkilemek için, konuya hapsetmek için süslemeler yapılmalıdır. Bu tür sıfatlarla ozan bunu çok iyi bir şekilde yerine getirmiştir.

19 Mayıs 2019 Pazar

Emile Zola - Suçluyorum - Kitap İncelemesi - Anı - Mektup - Günlük - Dünya Klasiği - Edebiyat - Siyaset - Politika


Dreyfus adlı subayın haksız nedenlerle dolu, baştan savma yargısının konu edildiği ve Zola’nın 13 Ocak 1898 tarihinde L’Arore gazetesinde yayımladığı Suçluyorum ‘u dönemin Cumhurbaşkanı’na (Felix Faure) yazılmış bir açık mektuptur.

19. yüzyıl sonlarına doğru Dreyfus kapalı kapılar arkasında yargılanır ve ardında duran bir iki kişiden başka kimsesi de yoktur. Rütbeleri sökülür, kılıcı kırılır ve sürgüne gönderilir. Bilinen bir gerçek var ise kişinin Yahudi kimliğini taşımasıdır, üstelik asıl suçlunun kim olduğunu bildikleri halde susmaktadırlar. Çünkü “Ordunun onuru”, Fransa Cumhuriyeti’nin “çıkarı” söz konusudur.

Bir aile duruşmasının hayalini kurun. Baba yargıç, anne yargıç, abi ve ablalar komite üyeleri (jüri) ve küçük tatlı kardeş mağdur. Suçlu ise bu aileyi hiç ama hiç tanımayan “sen.” Bu mahkemeden beraat edebileceğini düşleyebilir misin?

Selam olsun üstlerinin istenci dışında davranan yetkililere!

Zola’nın gerçekten aydın kişiliği, dürüstlüğü, insancıl yanı devrim niteliği taşıyan eserinde sergilenmektedir. Gazete yazımından sonra bir dünya mahkemeler, görevden alınmalar olur ancak bu olay Fransa tarihinde bir leke olarak kalır.

16 Mayıs 2019 Perşembe

Christian Friedrich Hebbel - Gyges ve Yüzüğü - Edebiyat - Senaryo - Oyun - Tiyatro


19. ve 20. Yüzyılı kavuran bir güç yüzüğü üçlemesinin tam üzerine doğan bizler aslında konunun biraz daha hayalî yapısından sıyrılmış ve Antik çağa vardırıldığını görmek herkeste bir heyecan yaratıyor olsa gerek. Bu sadece bir kurgu benzerliği niteliğindedir ancak durumun bir esinlenme olup olmadığını ancak J. R. R. Tolkien bilir.

Alman oyun yazarı Hebbel 1813 yılında Danimarka egemenliği altında bulunan Holstein Dukalığında doğdu. İnşaatçı bir babanın ilk oğluydu. Maddi zorluklar nedeniyle eğitim hayatını bırakmış ve babasının isteği ile küçük yaşlarda inşaat işlerinde çalışmıştır. Babanın ölümüyle huzura kavuşan Hebbel’in asıl eğitimi burada başlamış, hukuk okumak istemiş ancak bazı zorluklar nedeniyle onu da başaramayıp edebiyata yönelmiştir. Ciddi bir maddi zorluklar içerisinde bulunduğundan dolayı sürekli bir arayış içerisinde olan Hebbel oyun yazarlığında da istediği başarı kolayca yakalayamamıştır. Birçok badireler atlatmış, iki kadından doğan üç çocuğunu toprağa vermiş, benliği ve ruhu dram yazarlığı için yavaştan hazır hale gelmiştir.

“Kirpiklerin sadık bir bekçi gibi gözlerini nasıl koruyorsa, seni öyle korumak isterim.” (Alıntı)

15 Mayıs 2019 Çarşamba

Alexander Pope - Bukleye Tecavüz - Kitap İncelemesi - Dünya Klasiği - Edebiyat - Şiir


Yer İngiltere.
Zaman MS 1717
Doğuran cinsiyetin sessizliğinin kavi olduğu zamanlar, hani şu kadının silik, sadece onun karısı, onun kızı olduğu vakitlerdi 17. yüzyıl. Onlara eğitim verilmez, seyahat hakkı tanınmaz, toplumda bir yer edinemezlerdi. Tek yapmaları gereken evlenerek bu hakları kendilerine sunacak kocaları bulmalı ya da bunun hayalini kurmalıydılar. İngiltere’de erken yaşta evlenmelerin en büyük sebebi bu gibi durumlar olduğunu düşünmeden edemiyorum. Başkaca türlü kadın kimliği o dönemlerde asla barınamaz, öne çıkamazdı.

Yazarımız Pope işte tam böyle bir dünyaya 1668 yılında gözlerini açtı. Ciddi sağlık sorunları nedeniyle iyi bir eğitim alamadı. Bütün bunlara rağmen çok küçük yaşta Homeros başta olmak üzere meyil edecek yazarla tanışıp, destansı yapıtların yüceliğine kendisini bıraktı. Toplumu, kraliyetleri, kişileri eserlerinde sıkça eleştirdiği ve yerdiği için herkeslerce kısa zamanda tanınmaya başladı.

“Saniye, senin gözetiminde saat...” (Alıntı)

Plutarkhos - Gevezeler ve Meraklılar - Kitap İncelemesi - Felsefe - Düşünce


Sukut haldir, kişi konuştuğu değil sustuğudur. Sözün ağırlığına diyeceğimiz bir şey yoktur, elbet söz teşhirlidir, güçlüdür, ancak mana var ise; manasız söz kişiyi bedbaht eder, döner yine kendisini bulur. Sözün başladığı yerin membaı susmaktır, söz başlayanda da susmaktan geçer bitende de… Bu sebeple de “Söz gümüşse, sukut altındır.” Unutmamak gerek; Homeros’un dediği gibi “sözler kanatlıdır.” Bir kere kaçırdın mı bir daha asla geri sahibi olamazsın.

“Şaşırtıcı değil mi Aristoteles?” diye sorup duran gevezeye: “Şaşırtıcı olan bu değil; ayakları olup da sana burada tahammül eden şaşırtıyor beni asıl!” Uzun bir konuşmadan sonra ona, “Gevezeliğimle sizi yordum,” diyen aynı türden başka birine de şöyle cevap verir üstat: “Zeus aşkına! Hayır, hiç de yormadınız, dinlemedim ki!” (Alıntı)

Yazarımız Plutarkhos MS I yüzyılda yaşamış Yunan tarihçi, biyografi ve deneme yazarıdır. Kendisini günümüze devreden “Paralel Hayatlar” yazı serisiyle tanırız. Asıl olanı ise kendisinin ciltler dolusu bir yazım hayatı olduğudur. Kaynağın ilk elden sahibidir.

13 Mayıs 2019 Pazartesi

Vüs'at O. Bener - Buzul Çağının Virüsü - Kitap İncelemesi - Türk Edebiyatı - Roman


“Haydi öyleyse prozit!..”

Yazar ismine takıntılıyım hala, ne o öyle Vüs’at O. Bener… Birde ayrılmış isim tırnak ile ilginç mi ilginç. Zaten kitapta da der ki Oğuz Atay’ın anısına. Keza sadece Oğuz Atay ile de kalmaz yazar; Peyami Safa’dan Yalnızız, Knut Hamsun’dan Açlık, Cervantes’ten Donkişot şuan aklıma gelenler. Birde yazarımız der ki; “Kır çiçekleri dirençli daha solmamakta. Issızlığını dinliyorum – gözlerim açık,” hemen aklıma düşer Orhan Veli’nin İstanbul’u Dinliyorum şiiri.

“Osman Yaylagülü. Gül değil efendim, sonu da ‘ü’, gülü.”

Ana karakterimizdir, Osman. Dedik ya Oğuz Atay diye… Osman’da yazarımız Vüs’at’ın tutunamayanıdır. Tutunamayanlar’da görünen “atektonik” yapısı görünmektedir. Bu sebeple yazım birinci tekil şahıs ile dillendirilmiştir. Ayrıca kahramanın kendi iç dünyası ile konuşması, aslında kurguyu okura değil de kendisine anlattığı ve kendi kendine konuştuğu sık sık görülmektedir. Tek parça halinde bölüm bölüm bakıldığında anlamsız olan bu esere tek bir parça olarak ele alındığında anlamlandığı aşikârdır. Bu sebeple akışkan bir konu bekleyen okurlar bu eser ile tamamen hayal kırıklığına uğrayabilir.

Marcus Tullius Cicero - Yaşlı Cato veya Yaşlılık Üzerine - Kitap İncelemesi - Felsefe - Düşünce - Antik Yunan


Her şeyin bir vakti vardır. Dalda meyve yetişir, bazıları öyle sıkı tutunmuştur ki dala çeksen de fayda etmez. Bir süre sonra o meyve olgunlaşır ve toprağa düşer. Nasılda benzer bir hal değil mi? Eğer ki bizi engelleyen bir etken ya da fiziki bir sorun yoksa süreç bundan ibarettir. Doğar, büyür ve ölürüz. Asıl burada önemli olan ise; o yaşlılık kısmına gelindiğinde yapılması gerekenler ve yaşlılığın abartıldığı kadar kötü bir şey olmamasıdır.

Roma’da MÖ 106 tarihinde doğan hitabet ustası, şair bakışlı siyaset adamı. MÖ 75’te questor, MÖ 69’da aedilis, MÖ 66’da pretor ve MÖ 63’te ise consul olmuştur. Hatta dönemin saygın kişi tarafından “pater patriae” – devletin babası- ünvanını almıştır. Bunların hepsini ise kendi tırnaklarıyla kazıya kazıya yapmış Roma’da kendi döneminin en önemli şahsiyetlerinden bir tanesi olmuştur. Atlı sınıftan olduğu için Roma tarihinde bir ilk olarak consul seçilmiştir. Küçüklüğünde Yunanca’yı öğrenmiş ve hocası Yunan Hatip Apollonius Molon tarafından – hocası aynı zamanda Jül Sezar’ın da hocasıdır – “Sana büyük bir hayranlık duyuyorum Cicero ve tebrik ediyorum, ancak Yunanlar için üzülüyorum. Şimdiye kadar elimizde kalan tek sermaye eğitim ve söz hâkimiyetiydi. Ne yazık ki artık senin sayende bunlar Romalıların elinde geçecek.*” diye küçük yaşında övgüye mazhar oldu. Bu söylem ise Cicero’nun dil becerisinin ve ne kadar iyi bir hatip olduğunun bir göstergesidir.

12 Mayıs 2019 Pazar

Johann Wolfgang Von Goethe - Yarat Ey Sanatçı (Şiirler, Roma Ağıtları, Akhilleus) - Kitap İncelemesi - Dünya Klasikleri - Edebiyat - Mitolojiler - Şiir


Şimdi sana dilimdeki sesli harfleri bir bir söküp en sensiz seslerle yakınlaşıyorum. Artık sessiz olduğumu bilmen gerekiyor. Mücadelenin en güzeli bir uğurda olandı, yitirdik biz bunu ve mücadelemiz dahi şaşırdı yolunu. Şimdi sen, Sanatçı! Düşür dimağındaki tadı sesleri çatarak sere serpe, uzaklaştır bizi kökten yalnızlığımızdan, bize maruz kaldığın içinde bizi affet.

Johann Wolfgang Von Goethe hakkında, edebi kişiliğine söyleyecek söz bulamıyorum. Kendisi Homeros, Dante, Shakespeare gibi usta kişilerle yarışacak bilge ve birikimde biridir. Gerek yaşadığı dönemi, gerek eğitimi, gerek sanat ile bilim arasındaki yaşantısı kendisini şekillendirmiş ve Alman kültürünün mimarı olmasına sebep olmuştur. Aşırı romantik bir kişiliği olması arkadaşının nişanlısına âşık olup Genç Werter’in Acıları adlı eserini yazmasına sebep olmuştur. Goethe ismi roman içerisinde Werter olarak gizlenmiş ve yıllarca Almanya’da en çok satanlar listesinde kalmıştır. Ölüm döşeğine gerene kadarda aşk ve seks arayışından vazgeçmemiştir. Bilime yöneldiğinde botanik araştırmaları ve ışık araştırmaları yapmıştır. Günümüzde adına açılmış örnek gösterilecek bir enstitünün olması şaşılası bir durum değil, bizzat kişinin hakkıdır. Nasıl ki kendisi bir doğu – Mevlana – aşığıysa bende kendisine o nazarla bakar ve öyle aşk içerisinde sanatçı, yazar ve bilim kişiliğine hayran kalırım.

11 Mayıs 2019 Cumartesi

Martin Luther - Doksan Beş Tez - Kitap İncelemesi - Araştırma - İnceleme - Felsefe - Düşünce - Siyaset - Politika


Patron çıldırdı. Sahibinden satılık Selsebil Kaynağı kıyısında, hurileriyle birlikte imarlı, ifrazlı ve iskân sorunu olmayan krediye uygun köşk. Evet, evet yanlış duymadınız!.. 20.000,00 ₺ peşinat ve geri kalan kısımları %1, %3, %5 faiz oranı vade seçenekleriyle. Cennet Gayrimenkul ve İnşaat Limited Şirketi.

Yukarıdaki ilanı görseniz ne dersiniz! Kesin ağzınızdan çıkacak ilk kelime böyle şeylere inanan aptallar var mı, olacaktır. Evet, böyle şeylere inanan insanımız ve dünya insanları maalesef bulunmaktadır. Eser yazarımız Martin Luther ise Papa X. Leo tarafından onanan ve Hristiyanları sömüren “endüljans” dağıtımına karşı duran kişidir.

Sayın Luther Almanya doğumlu ve 15. yüzyıl aydınlarındandır. Parlak bir eğitim hayatı olduğunu söylemem gerekiyor. Hukuk öğrenimi sırasında bir kaza geçirmiş, eğer bu kazadan kurtulursam kendimi kiliseye adayacağına dair söz vermiştir. Bu sözünü de tutmuş ve kısa sürede papazlığa oradan da teoloji eğitimi alıp üniversite profesörlüğüne yükselmiştir.

Endüljans ise papanın kişileri günahtan affetme ve öldüklerinde cennete gitmelerini sağlayacak belgenin genel adıdır. Eserimizde Luther’in bir adet mektubu ve bu belgeye karşı çıktığı tezleri sunulmaktadır. Çok geçmeden de papa tarafından aforoz edilip dinden çıkarılmıştır.

Jean-Jacques Rousseau - Dillerin Kökeni Üstüne Deneme (Melodi ve Müziksel Taklit ile İlişki İçinde) - Kitap İncelemesi - Deneme - İnceleme - Düşünce - Felsefe


İnsan dünyaya bir başına gelir ve yine aynı şekilde bir başına gerisin geriye gider, kökten gerçekliği içerisinde insanlar arasında yalnızdır. Ancak diğer insanlara “maruz” kaldıkça evrimleşip, dillenmeleri çokça mümkündür. Buradaki tek etken ise “maruz kalmaktır.”

Şöyle bir geriye doğru yol aldığımız zaman daha çiftçiler peyda olmamış toprak sahiplenilmemiş ve mülk haline gelmediği göçebe diye tabir edilen gezici halkların yani ilk insan zamanlarına indiğimiz vakit dilin önemini de kalmadığını gözlemlemekteyiz. İnsan diğer canlılar arasında en tembel varlık olduğunu her birimiz bilmekteyiz. Tek bir amaçları vardır o da avlanmak, barınmak ve hayatta kalmak. Bu tür yaşantıya toplum gerekmez. Çünkü korunacak ne bir mülk ne de herhangi bir araç gereç için ihtiyaç var.

Buradan çıkaracağımız ise demek ki toplum olunabilmek için gereksinim ve ihtiyaçların olması gerekiyor. İnsan başka bir insana gereksinim ve ihtiyaç duymadan asla toplum oluşmaz, oluşturulamaz. Buraya kadar bu şekilde ilerlediğimize göre şunu çok rahat bir biçimde dile getirebiliriz. İlk toplumlar ya da daha kaba tabiriyle ilk topluluklar oluşmaya başladığında ya da oluştuğunda bir dil vardı. Dilin toplumlardan daha eski olduğunu buradan çıkarabiliriz. Çünkü fikir ya da düşünce hâsıl olmadan ihtiyaçlar kendini belli etmez. Bir düşünce ya da fikir var ise bununda dillenmesi, dilden dile aktarılması gerekmektedir. O vakit dil vahşi yaşamdan sonra yerleşik hayata ise geçmeden önceki dönemde var oluşmuştur dememiz pek mümkündür.

10 Mayıs 2019 Cuma

Homeros - İlyada - Kitap İncelemesi - Dünya Klasiği - Edebiyat - Destan - Efsane - Mitoloji - Şiir


İlyada kelime anlamı olarak “İlyon’a Şiirler” manasını taşımaktadır. Dönemin İlyon’u ise günümüz Troya bölgesidir. Yani ismini tamamen bulunduğu bölgeden almıştır. Eser bize Troya Savaşı’nın sadece son 51 gününü 15600 dize ile anlatmaktadır. Tek bir ustanın eseri midir? Yoksa Homeros mu kaleme aldı? Homeros var mı? Yok mu? Gibi soruları bir kenara bırakıp, işin detayına inmeli ve bu güzel dizelerde anlatılmak istenen olayları yaşayarak okumalıyız.

Homeros MÖ 9. yüzyılda yaşadığı sanılan bir ozandır. Gözlerinin görmediği bazı kaynaklarda bizlere söylenmektedir. Hayatı hakkında olduğu gibi ancak bu konu hakkında da kesin bir bilgi yoktur. Bildiğimiz tek şey ise İlyada ve Odyssiea diye iki kitap var ve bunların yazarı Homeros olarak bilinmesidir.

İlyada öncesi…
Rivayet edilir ki Paris, Troya Kralı’nın 68 oğlundan biridir. Doğumundan önce annesi Troya kralı Priamos’un karısı Hekabe – 19 çocuğu olduğu bilinmektedir – çok sancılı bir rüya görür. Rüyası Paris’in doğup büyüdükten sonra Troya şehrinin onun yüzünden ateşler içerisinde kalmış ve yıkılmış olmasıdır. Kan ter içinde uyandıktan sonra durumu Priamos’a anlatır ve Priamos ise kurulda bu rüyayı konu alan görüşmeler yapar. Sonuç olarak alınan karar ki kurulda çok fazla Priamos oğlu vardır. En büyük oğlunun da rüya bilici olduğu söylenmektedir. Herkes hemfikir olur ve Paris’in ölümünü isterler. İlyada da geçen Priamos bilgin bir kraldır ve çocuğunu kendi elleriyle ya da kendi şehrinde öldürmek istemez. Bir çobana verip, çobanın onu öldürmesini ister. Çoban Paris’i alır ve İda Dağı’nda ormana götürür bırakır. Tahminen altı gün sonra yanına varır ve hala yaşadığını, hatta çok sağlıklı olduğunu görür. Bu altı gün boyunca Paris’e dişi bir ayının baktığı en çok bilinen hikâyedir. Çoban bu durumu tanrılar tarafından bir hediye, bir lütuf ya da bir istek olarak görür ve Paris’i alır. Şehre getirirken de bebeği saklamak için para kesesi içerisine koyar; bundan dolayı ise Paris ismini alır.


9 Mayıs 2019 Perşembe

Daniel Defoe - Robinson Crusoe - Kitap İncelemesi - Dünya Klasiği - Roman - Edebiyat


Ruh beslenmeden, benden ihya olmaz...
Hepimizin bildiği bir romandır ya da roman kahramandır Robinson Crusoe. Muhtemelen dünya üzerinde en fazla tanınan roman kahramanlarından bir tanesidir. Benimde tanışıklığım eskilerde dergilerde yayımlanan çizgi roman tarzı karikatürlerdendir. Okumam ise bu döneme denk gelmiştir.

Yazarı 16. yüzyılda İngiltere’de doğmuş, zengin bir ailenin çocuğu olan ve iyi bir eğitim gören, ticaret ile uğraşan Daniel Defoe’dir. Eserinde ise sıkı bir Katolik olduğu gözükmektedir. Avrupa’da birçok ülkeyi gezmiş, bir dönem siyasete ve gazeteciliğe merak salmış ve 71 yaşında Londra’da ölmüştür.

Her ne kadar Robinson Crusoe bir adada yaşam mücadelesi olarak gözükse de aslında olan şey kişinin Tanrı’ya hesaplaşmasıdır. Sebep-Sonuç ilişkisi gözeterek Neden’e ulaşma isteğidir. Adada kaldığı süre boyunca önceleri Tanrı’nın hatası olduğunu ve kesinlikle ettiklerini bulduğunu düşünen Robinson, zaman geçtikçe aslında Tanrı tarafından cezalandırılmadığını hatta ödüllendirildiğini ve bu ödüllendirme nedeniyle Tanrı’ya sürekli şükran duyulması gerektiğini okurlarına çok güzel bir şekilde izah etmektedir. Şundan emin olabiliriz ki mutlu olabilmek ve Tanrı’ya şükran duymak için binlerce hatta milyonlarca sebebimiz vardır.

8 Mayıs 2019 Çarşamba

Prokopios - Bizans'ın Gizli Tarihi - Kitap İncelemesi - Araştırma - İnceleme - Tarih


“İktidardan daha zengin değil, daha şerefli ayrılmak gerek.” #Isokrates

Plutarkhos’un Demosthenes - Cicero kitabında karşılaştığım ve İsokrates’e ait olan bu cümle ile incelemeye başlamak sanırım konu için çok uygundur. Çünkü günümüz ve geçmişimizde dâhil olmak üzere iktidar sahibi olmak yani hükmetmek bir iş değil, bir hizmet anlayışı ve biçimi olduğunu savunmaktayım. Bu statü ve mevkileri paylaşanların tek bir ortak gayesi olması gerekmektedir, o da sahip oldukları “halklara ve uyruklarına hizmettir.” Ötesi berisi yoktur. Savunma amaçlı olsa dahi o “Lider” şunu yaptı bunu yaptı diyerek yüceltmemiz bile saçmalıktan ötedir. Çünkü onun görevi o, yapması gereken hizmetler onlar. Eğer ki bu dediğimi anlayabilirsek işte o zaman “Lider” yani iktidar sahiplerinin nasıl birileri olduğunu ve pozisyonlarını nasıl kullandıklarını daha ayrıntılı anlama yoluna girebiliriz. Aksisinde ise “yol yaptı, su getirdi, halka ekmek dağıttı” diye mantık dışı saçmalar dururuz.

Kitabın yazımı MS 550 yılında olmuştur. Yazarımız Prokopios MS 500 yılında Kaiseria – Filistin taraflarında bir şehir – doğdu. 527 yılında Komutan Belisarios’un özel yazmanı, 560 yılında illustres unvanı aldı, 562 yılında ise praefectur unvanı alıp Bizans’ın yöneticisi yani valisi oldu. Kendi branşı tarih olduğu için imparatorluğun resmi tarihçisi olduğu da bilinmektedir. Bu eserden önce kaleme aldığı “Savaşlar Tarihi” ve ölmeden önce Bizans şehrinin mimarisi hakkında yazdığı – MS 561 – “Yapılar” adlı eseri de bulunmaktadır. Ölüm tarihi olarak ise İmparator İustinianos’un ölüm tarihi olan MS 565 yılı gösterilmektedir.

7 Mayıs 2019 Salı

Marcus Tullius Cicero - Dostluk Üzerine - Kitap İncelemesi - Dünya Klasikleri - Felsefe - Düşünce

Göz yummak dost kazandırır, hakikat ise nefret... #Terentius
Niceliğinde sevgi payesi bulunan dostluk Allah’ın insanlara bahşettiği bir durumdur. Doğanın gereği, insan ya da hayvanların sezgi ve güdülerle yaptığı bir davranış türüdür. İhtiyaçtan daha çok gerekliliktir.

“...dostun hatalarını görmezden gelen, onun uçuruma yuvarlanmasına neden olur.” (Alıntı)

Roma’da MÖ 106 tarihinde doğan hitabet ustası, şair bakışlı siyaset adamı. MÖ 75’te questor, MÖ 69’da aedilis, MÖ 66’da pretor ve MÖ 63’te ise consul olmuştur. Hatta dönemin saygın kişisi tarafından “pater patriae” – devletin babası- unvanını almıştır. Bunların hepsini ise kendi tırnaklarıyla kazıya kazıya yapmış ve Roma’da kendi döneminin en önemli şahsiyetlerinden bir tanesi olmuştur. Atlı sınıftan olduğu için Roma tarihinde bir ilk olarak consul seçilmiştir. Küçüklüğünde Yunancayı öğrenmiş ve hocası Yunan Hatip Apollonius Molon tarafından – hocası aynı zamanda Jul Sezar’ın da hocasıdır – “Sana büyük bir hayranlık duyuyorum Cicero ve tebrik ediyorum, ancak Yunanlar için üzülüyorum. Şimdiye kadar elimizde kalan tek sermaye eğitim ve söz hâkimiyetiydi. Ne yazık ki artık senin sayende bunlar Romalıların elinde geçecek.*” diye küçük yaşında övgüye mazhar oldu. Bu söylem ise Cicero’nun dil becerisinin ve ne kadar iyi bir hatip olduğunun bir göstergesidir.

6 Mayıs 2019 Pazartesi

8 Mart her şey için bir özür olur mu? - Kendi Kalemimden Hikayeler


Bu hikâye suya yazılmıştır. Kuytu bir köşede nemden ve dahası it bağlasan durmaz denilen bir yerde dökülmüştür cümleler çatlayan dudaklardan. Takvimler Mart ayını gösterirken; kapı aralığından gazete parçasına sarılı öğün yemeğini uzattılar. Göz ucuyla baktı bırakılan gazeteye; karanlık, isli odaya vuran güneş ışıklarının tozları havada görünür kıldığı zaman diliminde; 8 Mart Dünya Kadınlar Gününüz Kutlu Olsun yazıyordu. Birden irkildi, kadın olduğu aklına geldi. “Evet, evet!” dedi, “ben bir kadındım peki ama insan mıydım?”

İnsan olmasına insandı ama insan olmak kişinin elinde olan bir meziyet değildi. Hüviyet denilen şey peyda olmadan kadının kimliği falanın karısı, filanın kızından öteye gidemeyecek kadar kötüydü. Birey olarak asla tek değildi. Her zaman başka bireylerin bir ardılı olarak anılmak ise “kadını” birey olmaktan uzaklaştırıp; korunması, kollanması gereken ve “namus” denilen sadece kadını bağlayan bir cehaletin kurbanı yapıyordu.

Sessizim Kaleminden - Işık Yanmaz - Şiiri Kendi Sesinden


Duyuyorsun değil mi şu sessizliği?
Sanki her şey suskunluğuyla tutar yasını,
televizyon gıcırdamaz.
Eşya dahi dönmüştür sana sırtını,
ürpertisini bile esirger gecenin en derin vaktinde
yalnızlık.
Duvarındaki örümcek bırakmıştır ağını örmeyi,
karınca taşımıyordur artık sırtında
sofrandan kalan en büyük ekmeği
ve sen küstürmüşsündür
saksındaki en güzel çiçeğini.

Görüyorsun değil mi şu zifiri karanlığı?
Sanki her şey siyahıyla tutar yasını,
ışık yanmaz.
Güneş dahi doğmaz sana sabahları,
sıcaklığını bile sakınır günün en derin vaktinde
yalnızlık.
Göğündeki bulutların dinmiyor ona olan susuzluğu,
çiğ çiğ çimenlerin gözyaşları
ve küstürmüşsündür
bulutları gezdiren rüzgarı.

Dokunuyor değil mi sana da hiç dokunulmamışlığın?

Halime Toros - Sahurla Gelen Erkekler - Kitap İncelemesi - Türk Edebiyatı - Hikaye/Öykü


İnsan sadece kendisine baksın!
Yağmur yağıyordu. Tipik bir mart günü soğuğuyla üşüyen ellerim ne ceplerime sığıyor, ne de bıraktığım bir yerde duruyordu. Ağlayan ambulans sesleri yine İstanbul trafiğine dert yanıyor, yağmur ısrarla yağmaya devam ediyordu. Önce kendime sardım; kendimi hiç sorgulamadan ve zorlamadan ne kadar mükemmel olduğuma karar verdim. Herkese burun kıvırdım, alay ettim ve herkesi eleştirdim. Meğerse hata etmişim onlara da kendi gözlerim ile bakmakla… Ne diyordu Plutarkhos; “benim yağ lambamla senin yağ lambam aynı şeyleri aydınlatmıyor.” (Alıntı) İnsan sadece kendisine baksın! Kendisini tam ettiğinde bilir ki çevresi de eksiksizdir.

Yazarımız Halime Toros’u kitapta bulunan yazar hayatı kadar, yine okuduğum kitabı vasıtasıyla tanıma şerefine nail oldum. Çok katmanlı hikâyeleri ve dikkat çekici bir öyküleyişi olduğunu düşünmekteyim. Toplumumuzda bize ait olan hikâyeler toplum beklentileri üzerine göre anlatılır veya hikâye edilir, yazarımız öyle de yapmış...

5 Mayıs 2019 Pazar

Lev Nikolayeviç Tolstoy - Anna Karenina - Kitap İncelemesi


Ve Anna Arkadyevna Karenina.
Soğuk sonbaharı kışa bağlayan bir gecede uzunca, upuzunca bir yolda ve yetişmek için uykusuz saatlerce direksiyon salladığın anda aklına düşüverir, buz gibi soğuk ile sıcak bedenin çarpışma anı. Çünkü uykusuzluktan kapanan gözlerin, karanlık ışıksız otobanda ve direk önüne sürekli bakmanın verdiği rahatsızlıkla yorgundur. Aracın içi alabildiğince sıcak, açarsın Çorum’a gelmeden camını ve İstanbul’a kadar bir yanında harıl harıl çalışan devasa arabanın kliması, diğer yanında camdan terli bedenine değen buz gibi soğuk… Ve Rusya…

İlk romanlar 17 yüzyılda ortaya çıkmıştır. Asıl hedefi ise girişimci kişi ve yazarların kadınların okuyabileceği, bu hususta paralarını akıtabileceği bir iş kolu yaratmaktı. O zamana kadar kadınların kesinlikle dış dünya ile bir bağları yoktu. Hatta İngiltereli işçi kadınlar neredeyse maaşlarının tamamını "romans" denen o zamanın romanlarına yatırırlardı.


Akilah Azra Kohen - Gör Beni - Kitap İncelemesi - Roman


Dünya geoittir, iki artı iki dört eder, bir saat altmış dakikadır… diye gider bizlerin koşullu doğruları. Peki, bunlar kimin doğruları ve başkalarının doğruları bu kadar net, sorgusuz kabul etmemizin sebebi nedir? İnsan sorgulayan bir organizma değil miydi? Hayatta her şeyi kendi gözlem ve deneyimlerimiz ile bilmemiz mümkün değildir. Bazı şeyleri koşulsuz kabul eder ve onu doğru kabul edip, bir daha sorgulamamak üzere belleğimize hapseder, o bilgi doğruluğunda yaşamımızı devam ettiririz.

“...doğru daima doğrudur ta ki birileri onun yanlış olduğunu kanıtlayana kadar ve tarih doğru sanılan yanlışlarla doludur.” (Alıntı)

Okuduğum kitaplar, kendi çapımda yaptığım bütün araştırmalar bana der ki; “sadece bilmeni istedikleri kadarını bilebilir, öğrenebilirsin.” Ondan daha fazlasını ise ne görür, ne okur ve ne duyabilirsin… Ancak düşlemek, kurgusunu yapmak ve düşünmek bana bırakılmıştı… Demek ki insan aynı zamanda düşünebilen de bir organizmaydı. Benim çıkardığım sonuç ise; “Başkalarının kurduğu ütopyalarda halk sıfatı adı altında sorgulamadan nefes alıp vermekti yaşamak.”

Jean-Jacques Rousseau - Bilimler ve Sanatlar Üzerine Söylev - Kitap İncelemesi - Felsefe - Düşünce



Bilimi örneklemek için soyut ve somut kavramlara başvurduğum bu kitabı okurken, soyut bilimin ne kadar gerekli ve somut bilimin ise ne denli ahmak işi olduğu kanaatini getirdim. Bize gerekli olan bilim insan yaşamının gereksinimlerini karşılamak ve hayatı yaşanılabilir kılmaktır. Bu şekilde dingin ve sağlıklı bir hayat sürmemiz mümkündür. Ancak somut bilim ihtiyaca yöneliktir ve bağlı olduğu zamanı kurtarmakla yükümlüdür. Ve bilimin kadim arkadaşı sanat. Bilimden pek farkı olmayan ancak yörünge bulamadığında hiçbir değere aldırış etmeden, yetişkin-genç-çocuk kimsenin gözünün yaşına bakmadan sapkınlığa davetiye çıkarmanın resmi adıdır. Sanat sapkınlığı asla meşru kılamaz, sadece insanlar sanatı kullanıp sapkınlığa çevirirler.

“Artık bir insanın namuslu olup olmadığına değil, bir sanata kabiliyeti olup olmadığına bakılıyor; bir kitabın yararlı olması değil, iyi yazılmış olması isteniyor. Parlak zekâ insanı bütün nimetlere kavuşturuyor; erdem ise hiçbir şeref getirmiyor. Güzel söylevlere yüzlerce armağan veriliyor; güzel eylemlere ise hiçbir şey verildiği yok. Ama söyleyin, bu akademinin birincilik vereceği söylevlerin en iyisinin kazanacağı şeref, bu armağanı ortaya koymuş olmanın şerefiyle kıyaslanabilir mi?” (Alıntı)

Murathan Mungan - Yüksek Topuklar - Kitap İncelemesi - Roman - Türk Edebiyatı

Sen o gün o mesajı atmasaydın, ben bugün bu cümleleri kurmazdım. İçimin kıyılmasına da aldırma, yaşı geçmiş kadınlarda olur böyle şeyler. Bunu da en iyi sen bilirsin?

“Kadınların ortak ittifakı bir başka kadın söz konusu olunca mümkün olur,” der yazar. Hep bir çekişme halleri, birbirinin üzerine basıp yükselme halleri, ağız burun büküp beğenmeme halleri ve hiçbir zaman bitmeyecek, tükenmeyecek yarış halleri. Peki, ne için, kimin için? Umarım sadece kendileri içindir.

Ülkemizde her ne kadar her bireyin bir olduğunu savunsak da bir olmadığının hepimiz farkındayız. Herkesin zevki ve dahi merakı başkadır. Kimisi kendisini kuytu bir köşeye çeker, kitabını alır ve o kitabın içerisinde kaybolur, kimisi ise televizyon karşısına geçer, hayatı full HD takip eder. Bu durumdan ise en çok yayıncılar, reklamcılar ve üreticiler kazanır. Toplum her zaman kaybeder.

“...eşyalar tarafından kuşatılmış hayatların boğuntusunu ancak yeni eşyalarla gidermeye çalışmanın beyhudeliği, sürekli yeniden ve yeniden üretilen bu doyumsuzluk hali, diri tutuyor olmalı tüketim toplumunun hem bunalımını, hem varlık nedenini...”