5 Mayıs 2019 Pazar

Murathan Mungan - Yüksek Topuklar - Kitap İncelemesi - Roman - Türk Edebiyatı

Sen o gün o mesajı atmasaydın, ben bugün bu cümleleri kurmazdım. İçimin kıyılmasına da aldırma, yaşı geçmiş kadınlarda olur böyle şeyler. Bunu da en iyi sen bilirsin?

“Kadınların ortak ittifakı bir başka kadın söz konusu olunca mümkün olur,” der yazar. Hep bir çekişme halleri, birbirinin üzerine basıp yükselme halleri, ağız burun büküp beğenmeme halleri ve hiçbir zaman bitmeyecek, tükenmeyecek yarış halleri. Peki, ne için, kimin için? Umarım sadece kendileri içindir.

Ülkemizde her ne kadar her bireyin bir olduğunu savunsak da bir olmadığının hepimiz farkındayız. Herkesin zevki ve dahi merakı başkadır. Kimisi kendisini kuytu bir köşeye çeker, kitabını alır ve o kitabın içerisinde kaybolur, kimisi ise televizyon karşısına geçer, hayatı full HD takip eder. Bu durumdan ise en çok yayıncılar, reklamcılar ve üreticiler kazanır. Toplum her zaman kaybeder.

“...eşyalar tarafından kuşatılmış hayatların boğuntusunu ancak yeni eşyalarla gidermeye çalışmanın beyhudeliği, sürekli yeniden ve yeniden üretilen bu doyumsuzluk hali, diri tutuyor olmalı tüketim toplumunun hem bunalımını, hem varlık nedenini...”


Kendi milletlerini körelte körelte yaparlar bu ticareti, eze eze ve bile bile yaparlar. Reklamlarda çıkan ürünlerin yüzde yüz doğru olduğuna inanan bir milletin evlatlarıyız. Vodafone’nin her yerde çektiğini, Vestel’in yüzde yüz yerli olduğunu, Beko’nun bir dünya markası ve daha nice markanın gıdısını bıdısını yalanda olsa biliriz.

Bu camekândan en çok etkilenende çocuklarımızdır. Gerçi aile için ne önemi var, aç televizyonu çocuk yeter ki “uzak dursun,” ver tableti çocuk yeter ki “sessiz olsun” diyen aileleriz. Tehlikeli olan her şeyi çok iyi biliriz, ancak bildiğimiz halde uygulamayız. Çünkü babayız yorgunuz, çünkü anneyiz ev işleri bitmek bilmiyor… Aslında neyiz biliyor musunuz? Bütün bu olanlar karşısında Cengiz Aytmatov’un hikâye ettiği birer “mankurt” yetiştiricisiyiz.

Kitap içerisinde beş yaşındaki bir kız çocuğunun – ki ben asla beş yaşında olduğuna inanamadım – beş günlüğüne Nermin adında bir reklamcı/grafikçi olan başkahramanımıza emanet edilmesi ve bu sürede yaşananlar konu edilmektedir. Nermin aynı zamanda romanın birinci tekil ağızdan anlatıcısıdır da…

Her yaşta yeni şeyler öğrenmek hayata farkındalık katar ve monoton olan hayat gidişatındaki heyecanı arttırır. Düşünsenize on beş yaşınızdasınız ve hayatta yapmadığınız hiçbir şey kalmamış. Bundan sonraki hayatınız geçmiş yaşantınızın aynı olacağının garantisidir. O sebeple hayatı basamak basamak ve zamanında yaşamak gerekir.

Beş bölümden oluşan eserimiz; Tuğde adlı beş yaşındaki kızımızın çokbilmiş ve burjuva tavırları ile sayfa sonuna kadar devam etmektedir. Bu bölümler arasında Nermin’in bütün arkadaşlarına taktığı lakaplar ve arkadaşlık, yaşanmışlık hikâyeleri, betimlemelerle, yer mekân gösterilerek, Nermin tarafından sürekli “beğenilmeyerek” anlatılmaktadır.

Beğenilmeyerek dediğim yer ise Nermin’in aslında her birimizin ailesinde, yakın çevresinde olan kadın ile erkek tiplerinin iticiliğinden, çıkar ilişkisinden ve çekişmelerinden bahsetmektedir. Yazım dili çok sade, herkesin anlayabileceği ve kendinden, çevresinden birçok şey bulabileceği bir türdedir.

Kitap içeriğinde yazarın çok iyi gözlemleri bulunmaktadır. Onun dışında kitap gerçekten benim için sıkıcı bir okuma oldu. Lakin gözlem ve çözümlemeleri gerçekten kitabı benim için okunabilir kıldı. Özellikle Nermin’in “çocukluk defteri” ve son bölüm benim için çok ama çok eğlenceliydi. Zaten çoğu yerinde trajikomik bir anlatım tarzı vardı. Nermin’in iç konuşmaları, duygu ve durumları en sevdiğim kısımlardı.

Kitap genellikle hep bir sosyal mesaj içerikli, okuyucusuna hep bir şeyleri parmağıyla gösterme derdindeydi. Kadın, kadın olmanın zorluğu, toplumda kadın olmak, erkek gözünde kadın olmak, yalnız bir kadın olmak ve kadınların kadınlara bakışı… Kitap 2002 yılında çıkmıştır ve o tarihten bu tarihe ise değişen hiçbir olumlu bir düzenleme yoktur kadınlar için.

Aykırı olduğum yerler ise; beş yaşındaki bir kız çocuğunun aslında çok daha büyük yaşlarda on/on iki yaşlarında bir izlenim vermesi, sanki bütün çevrenin çocuklarının gerçekten çok kötü bir ahlak ile ahlaksızca büyümesi ve on dört yaşında Boğaçhan adında bir çocuğun ise kitapta gay olarak lanse edilmesi benim çok tuhafıma gitti.

Sözün özü; sevmediğim bir tarz olduğu için kimi zaman sıkıldım. Yazarın şiirsel anlatım tarzı ve güzel çözümlemeleri ise dimağımda çok iyi bir tat bıraktı. Erkek bir yazarın kadınları bu kadar yakından, sanki bir kadınmışçasına kaleme alması ise gerçekten takdir ettiğim hususlardandı. Ben kitabı genel olarak beğendim ve okunası, tavsiye edilesi olduğunu düşünmekteyim.

Sevgiyle kalın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder