Sessizim, siz okurlarını esinler.
Her şey aslına ve ahdine uyarak
düşünmeyle başladı. İnsan hem yaratılmışların en güçsüzü ve hem de
yaratılmışların en güçlüsüdür. İlk yaratılmış olarak kabul edilen Hz. Âdem
düşüncesizliğinden mi atıldı cennet adı verilen bahçeden? Karşısında zekâyı iyi
kullanan bir kötü vardı, ismi Arif olan. Hz. Âdem’i aykırı düşünmeye itecek ne
söylemiş olabilir? Her şeyin harika olduğu cennetvari bir yerden kovulmaya
sebep olacak şey neydi? “Sonsuzluk!” yani “ölümsüzlük arzusu” bir insanın
aklını başından almaya yeter de artar bile. Demek ki iyi olan akıl sahibi olsa
bile asıl zekâ kötüye meyil edendedir. Kötü olmak yaratıcılık gerektirir,
inovasyon ve pratik düşünceyi kuvvetlendirir, kişiye sonsuz bir düşünme aşkı
yaratır. Düşünce hazlardan meydana gelse de kin, şiddet ya da kıyım içerse de
kötü olan bu yanını geliştirir ve mükemmel zekâya ulaşır. Bunlar benim kendi
evrimleşmemiş, salt görüşlerimdir. Üzerine koyulabilir ancak daha iyi bir şey
düşleyene kadar bu düşüncem benim istisnai doğrumdur.
Dil, toplum, kavram, düşünce,
mantık gibi kelimelerini aklımda harmanlıyor ve acaba hangisi bir öncekine önayaklık
etmiştir diye yorarken kendimi “Kavram’ın” sanırım bunların en birincisidir
diye düşlemekten alıkoyamıyorum. Kavramları aşılayan ise dil ve dilin
gerekliliği toplum, toplumun oluşması düşünce ve düşünce de mantığı ileri
atmaktadır. Kavram yoksa dil yoktur, aynı şekilde kavram yoksa evrende yoktur.
Sonra yeniden kafam karışıyor ve kavramı ortaya atan düşünce nereye gitti diye
tam düşünürken o da nesi peki bu düşüncelerin doğru olduğunu sayan mantığında
kavramdan önce gelmesinin gerekliliğini görüyorum. Ancak yeniden ilk sıralamaya
dönüyor ve aydınlığın anası olan karanlığıma gömülüyorum.