28 Kasım 2020 Cumartesi

Johann Wolfgang Von Goethe - Faust - Kitap İncelemesi - Dünya Klasikleri - Edebiyat - Mitolojiler - Şiir - Tiyatro


Helios ışığını tüm gücüyle tenimizde gezdirirken, Kharitlerden doğma bir neşeyle, yanımda hırlayan, tıslayan Cerberus hizmet ediyordu bütün konuklara... Kadehlere değişik tatlarda Ambrosialar doluyor, anında tükeniyordu. Zeus’un keyfi yerinde olurdu, Hera’yı edebilseydi ikna. Hades’in gözlerinde Persephone’nin diri bedeni, Ares, Hephaistos’un ardından çeviriyordu bütün gizli işlerini, şehvet doluydu Afrodit. Poseidon yoktu, hükmediyor olmalıydı en derin denizlere, Poseidon’un zorlamasıyla doğmasaydı oğlu Arion bu kadar kızmaz, kızgın olmazdı Demeter. Eris’in tanrılar masasına salladığı elma gibi düşüverdi Faust-Mephistopheles’in kanla mühürlü ahdi. Perde aralandı, kadehler yeniden dolduruldu, başladı artık Dionysos icadı. Sadece insansı Andromakhe ağlıyor, Prometheus bu sefer zincire değil insanlara vuruluyordu. Atlas bıraktı yükünü, dünya gömüldü bir karanlığa, Homeros’un sesi yankılandı birden her taraftan, bağırıyordu; Sofokles, Aiskhylos, Euripides, Shakespeare ve Goethe diye. Pan’ın melodisi gidiyordu Tartaros’a kadar, açıldı gözleri Kronos’un ve durdu zaman.

 

1749 yılının yaz ayında doğan Goethe elbet eksiğini tamamlayıp, mevsimine riayet ederek 83 yılını doldurarak 1832 yılının ilkbahar ayında hayata veda eder. Frankfurt’ta varlıklı bir ailede hayata gözlerini açan deha, otobiyografisi olan Yaşamımda Şiir ve Hakikat’te akademik yanını babasından, yaratıcılığını ise annesinden aldığını söyler.

19 Ekim 2020 Pazartesi

Albert Camus - Sisifos Söyleni - Kitap İncelemesi - Felsefe - Düşünce - Deneme - Edebiyat - İnsan - Toplum - Mitoloji


Uzun bir aradan sonra merhaba demek bazı bedenlerde ıstırap yaratsa ve zor olsa da bunun buradaki kişiler ve benim için hiç mi hiç ehemmiyeti yok. Tek olduğumuz bir yaşamda başkalarını ayna görevi olarak kullanıp üzerimize çeki düzen vermenin azabını toplumsal olarak en derinlerde hissetmeliyim ki; buna ihtiyaç duyuyoruz. Bu durum bizim kültürümüzün bir sonucudur. Bir türlü kendimizi kendimizin aynası olarak görmüyoruz. Benim aynam yine ben olmalıyım. Ancak ciddi bir çelişkimiz vardır. Nefsini bilen Rabbini bilir hadisi kültürümüze sirayet etmemiş ve biz başkalarının aynalığını kendi aynalığımıza tercih etmişizdir. Buradaki nefsini bilme kendini bilmeyle aynı şeydir. Bu biraz Heraklitos vari dillenmeye benzese de tıpkı onun gibi "kendimi aradım araştırdım" demeden uzak duramıyorum. Bu bir felsefe ya da belki de bir felsefe.


“Her şeyin verildiği, hiçbir şeyin açıklanmadığı bir dünyada, bir değerin ya da bir metafiziğin verimliliği anlamdan yoksun bir kavramdır.” (Alıntı )

13 Nisan 2020 Pazartesi

Jean-Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi - Kitap İncelemesi - Felsefe - Düşünce - Siyaset - Hukuk - İnsan - Toplum


Yerleşik hayata geçme Göbekli Tepe keşfine kadar çiftçilikle bağdaştırılıyor olsa da bu keşiften sonra amacını değiştirmiş ve insanların bir araya gelmesi, iç içe yaşaması tapınaklara yakın olabilme isteği amacını ortaya çıkarmıştır. Göbekli Tepe’de bulunan T Sütunları ilk insanların sosyalizasyon nedenidir. Dinsel ritüeller aracılığıyla insanlığın yavaş yavaş yerleşik hayata geçmeleri kişileri gruplara, grupları topluluklara ve toplulukları da devlet haline getirme gerekliliği doğurmuştur. İnsanların toplum olma isteği ihtiyaçtan, devlet olma isteği ise toplumun daimi olabilmesi gerekliliğinden doğmuştur.

Devlet olma gerekliliği de yanında birçok şeyi beraberinde getirir. Bu gerekliliğin en önemlisi de yasa adı altında bulunan genellikle devletin ve uyruklarının yararına olan yazılı kararlardır. Kişilerin özgürlüğünü ve eşitliğini temel alarak her uyruğa hitap ettikleri su götürmezdir.

Yazarımız hakkında söylenecek çok şey vardır. Ancak bu lezzeti siz okurların İtiraflarım adlı eserinden okumanızı tavsiye ederim. Bunun nedeni ise Jean-Jacques Rousseau’yu tanımayan ya da yüzeysel tanıyanların asla inanamayacakları bir yaşam öyküsüdür. Romantik felsefe anlayışının fikir babası ya da öncüsü olması ise gözlemlediği her şeyin batmakta olduğu düşüncesini bütün eserlerinde okurlarına romantik bir dille anlattı. Rousseau’yu diğer filozoflardan ayıran en temel özellik ise kullandığı dilin yalın, arı ve anlaşılır olmasıdır. Kendisinden sonra gelen birçok aristokrat/filozofların fikir babası ya da eleştiri kaynağı olmuştur.

10 Nisan 2020 Cuma

Diyaloglar - 1 -

Yine kanayan bir güneş her zaman olduğu gibi ufuk çizgisini kızıllığıyla boşamış, kulakları sağır eden sessizliğin içerisinde evrende sürüklenerek görüş alanımızdan çıkmak üzereyken zamanı durdurmuştu. Güneş ile aramızda ki bakışların mesafesi 8 dakika olduğunu öğrendiğim de daha 6 yaşındaydım. Yani güneş patlasa biz bunu dünyadan ancak 8 dakika sonra fark edebileceğiz. İlginç ama güzel bir bilgi. Güneşe doğru yürüyor olmam bu süreyi azaltabilir miydi? Kim bilir belki de bu azalış salisenin milyarda biri kadardır. Düşünmenin zamanı tam anlamıyla etkisiz kılmadığını biliyorum, ama zamanı yavaşlattığı gerçek bir durum. Aynı şekilde zamanı yavaşlatmanın bir diğer formülü ise hızdır, madde ne kadar hızlıysa zaman o kadar ağır ilerler. Bu düşüncelerimle yolumda ilerlerken, salt düşünmenin ve bu düşünceye varma hazzının yürümeyle ortaya çıkması ne garip. Yürümek koşmanın yavaşlatılmış bir yorumu olsa da içe dalışın, kendinle konuşmanın ve bu duruma varmanın yoludur. Birçok kez yürüme dışında yapılan bütün eylemlerin bir kaçış olduğunu vurgulamış, bunu yaptığımız pratik eylemleri ile en doğru olduğuna karar vermiştik.

Umudun bittiği yerde, “yoldayım.” - Kendi Kaleminden Amatör Hikayeler

Bugün her zamankinden daha farklı, uyanmadım. Dünüm ya da bir önceki günüm nasılsa o monotonlukla çıktım yataktan. Ne bir eksik bir fazla. Yer soğuktu, çıplak ayakla daha hissedilir oluyormuş, birde beden yeni yataktan kendini çıkarınca, bütün vücuda bir titreme, bir kendini soğuğa alıştırma süreciyle boğuşuyor. Olsun, alışıyoruz sonra her şeye alıştığımız gibi. Öncesi esrik bir kahvaltı, ötesi ise daha satın alınamamış bir yevmiyenin sabahı, güneş mi? Daha doğdu diyemem, ama doğmadı da sayılmazdı.

Koştum pencereye, bir adam, yine yol boyunca aşağıya doğru seyirterek ilerliyordu, dün gibi. Güne başlamak isteyen güneşin kızıllığını önüne siper etmiş, gölgesini caddeye sermiş, kafası omuzları arasında elleri cebinde solundaki sokağa girip, kayboldu. Her sabah aynı sahneyle karşılaşmak hayatımın monoton gidişatını güçlendirmekten öteye geçmiyordu. Ya da ben değişim için kendi başıma yenilikler çıkaracak kadar cesaretli değildim. Öyle kaç dakika daha pencere önünde kaldım bilmiyorum ama kendime geldiğimde dışarısı gözükmüyordu. Bir cam kaç nefesle saydamlığını yitirirdi ki? Cama son bir hoh daha yaparak ayrıldım pencereden.

Defalarca Ölüp Yeniden Dirilmek - Kendi Kalemimden Amatör Hikayeler

Hava sıcaklığı öğlen 30 dereceyi buldu, klima desen o da lanet olası elektrik olmadan çalışmıyor, ölüm sessizliği adeta ortamın her yerinde, damlıyor ter damlaları tenimizden, ama çıt yok. Saatler biraz akşamı gösterdiğinde güneşin kanaması tükenmek üzere kızıllığını vuruyor karşımızda duran evlerin tepelerine.

İlk paragraftan sonra inanın ki bir yaşım daha bitti. İlk vakitler senelerin geçmediğine hepimiz şahit olmadık mı? Bir türlü gelmeyen 18 yaşı hep beraber bekledik, sonunda ise hiçte beklediğimiz gibi gelmedi. 25 yaşına kadar birer birer geçen seneler emin olun şimdi üçer beşer geçmektedir. Zamanı tutup da depolamamız imkânsız ve yine imkânsız ki geriye dönüp aynı zamanı yeniden yaşamak.

Şimdi ise bu etkinlik için bir şeyler yazmak istiyorum, bunu gerçekten çok istiyorum ama ne yana çevirsem kafamı karalayacak bir şey bulamıyorum. İnsanın birde yazması gereken saati olmalı, bu saatler, anlar dışında kesilmiş süte dönüyor, bozuk, verimsiz ve hatalı. Aslında yazdıklarımla dokunmak istiyorum kalplerinize, paylaşmanın salt mutluluğunda birleyip güzel tatlar bırakmak istiyorum dimağınızda; tabi bunu becerebilirsem.