Dünya geoittir, iki artı iki dört
eder, bir saat altmış dakikadır… diye gider bizlerin koşullu doğruları. Peki,
bunlar kimin doğruları ve başkalarının doğruları bu kadar net, sorgusuz kabul
etmemizin sebebi nedir? İnsan sorgulayan bir organizma değil miydi? Hayatta her
şeyi kendi gözlem ve deneyimlerimiz ile bilmemiz mümkün değildir. Bazı şeyleri
koşulsuz kabul eder ve onu doğru kabul edip, bir daha sorgulamamak üzere belleğimize
hapseder, o bilgi doğruluğunda yaşamımızı devam ettiririz.
“...doğru daima doğrudur ta ki birileri onun yanlış olduğunu
kanıtlayana kadar ve tarih doğru sanılan yanlışlarla doludur.” (Alıntı)
Okuduğum kitaplar, kendi çapımda
yaptığım bütün araştırmalar bana der ki; “sadece bilmeni istedikleri kadarını
bilebilir, öğrenebilirsin.” Ondan daha fazlasını ise ne görür, ne okur ve ne
duyabilirsin… Ancak düşlemek, kurgusunu yapmak ve düşünmek bana bırakılmıştı…
Demek ki insan aynı zamanda düşünebilen de bir organizmaydı. Benim çıkardığım
sonuç ise; “Başkalarının kurduğu ütopyalarda halk sıfatı adı altında
sorgulamadan nefes alıp vermekti yaşamak.”
“Kadınlar hayata katılınca yaşam tohumlanır, kurak araziler ormanlara,
kültürler mirasa dönüşürdü.” (Alıntı)
Erkek devlet, kadın aile kurar.
Ve kadınlar… Dünya var olduğundan
beri iğne ucu kadar kısa bir zaman diliminde kimliğine kavuşmuş, toplumların
rahmi olan kadınlar. Cinsiyeti erkek olan bir devlette kadın olmak elbette çok
zor bir iştir. Çünkü bu devlet senin kadın olduğunu fark etmez, özel
durumlarını, özel ihtiyaçlarını bilmez ve koşulsuz yaşamına üst üste yükler
ekler durur. Çocuk, mutfak ve yatak odası arasında bir dünya düzeni kurdurur.
Ancak “Cumhuriyet” ile bir söz söyleme hakkımız, muhatap bulma çabamız
gerçekleşebilir. Onun dışında kadın; bir erkeğin açlığına şehvet, gözlerine
arzu, bedenine ısı, okuna hedef, evine hizmetli ve çocuklarına bakıcı olmak ile
kalır. Toplum düzeninin yegâne mimarı olan kadınların hakkı verilmedikçe; çorak
toprakları yeşiller ile dolduramayız ve en küçük bir afette yerle yeksan olup,
bir daha kalkmayacak şekilde yaralar alırız.
“Sen, insan olmayı başarabilmek için doğduğunu anlamadıysan, hangi dine
inandığının hiçbir önemi yok...” (Alıntı)
Yazarımız Azra Kohen de genç
yaşına rağmen benim gözümde bir “kadın” devrim mimarıdır. Baş koyduğu yolda
kendi cinslerinin destekçisi, yol göstericisi ve aynı zamanda hem keşifçi, hem
de takipçisidir. Fİ Çİ Pİ ile yazım hayatına başlayıp, Aeden ile taçlandırıp
“Gör Beni” isimli kitabıyla okurlarını önce bilgilendirmek, ardından
bilinçlendirmek ve dahasında bir duygu tufanına sokup hem hüzünlendirmek hem de
eğlendirmek istemiştir. Kendi adıma; bu konu da başarılı da olmuştur. Kendisine
teşekkür ediyorum. Dahası için bknz. http://www.akilah.co
Eserinde ise Fred – ki bu benim
kahramanımdır – var ki sizi taa insanlığın var oluşuna kadar indirip,
insanlığınızı sorgulatıyor. Yazarın kurgunun yanında verdiği akademik bilgiler
kitap için ne kadar araştırma ve inceleme yaptığının kanıtıdır. Merakım olan
antik çağ, dinler ve yaratılış gibi hususlarda verdiği bilgiler takdire değer
ve okurların yeni şeyler öğrenmesinde, meraklarını çekip araştırmalar yapmasına
sebep olabilecek kadar güzelce hazırlanmıştı.
Şu bir gece de cahil kaldık
diyenlere de “İnsan dilini muhatabına göre seçer,” demek istiyorum.
Cumhuriyet döneminde kadın olmak,
kadın başına hayata tutunmak ve acılarla, savaşlarla yaşam mücadelesine
tanıklık etmek eserle beraber mümkündür. Bilginin ışığında yürümenin, kadına
ayak bağı olunmadığında nasıl dünyayı sırtında taşıyacağının betimlemeleriyle
dolu, harika bir gözlem ve yazarın belleğindeki bilgilerin nasıl taze diri
olduğunu cümlelere dökülmüş haliydi “Gör Beni.” Karşıt hayatların önyargıları
ile baktığı ve burun büktüğü ötekilerin içerisine daldığında aslında onsuz
yaşamın tahayyül dahi edilemeyeceğini, kesin yargının insanı yanıltmaktan öte
bir şey olmadığını, kendi hayatında yaşamadığın, yaşatmadığın ve
gözlemlemediğin hiçbir şeyin doğruluk pay olmadığını yazar yüzümüze
vurmaktadır.
Kitabın kapak tasarımı muazzam
denecek kadar güzel. Sade bir renk üzerine yırtılmış bir yerden fırlayan bir
kadın ve atın birer gözü… Kapak tasarımını ben çok beğendim ve içerik ile çok
alakalı buldum. Yine bunu Platon’un mağara alegorisine cevaben verilmiş bir
cümle ile tamamlamak istiyorum; “Konfor alanının dışına çıkamazsan
değişemezsin. Değişemezsen geleceğin parçası olamazsın.” Gerçekten kapakla
uyumlu olduğum bu cümle her şeyin ve kurgunun bir nevi özeti gibidir.
Kitap iki cildin birincisidir.
Kısa bir zaman sonra devamı olan “Dinle Beni” ile kurgu devam edecektir. Kitap
içerisinde onun üzerinde harf, cümle hataları mevcuttur. Birçok kez
karşılaştıktan sonra hataları görmemeye çalıştıysam da çok hatayla
karşılaştığımı söylemek isterim.
Sözün özü; kitap gerçekten içeriği
bilgi dolu ve hatta okurunun yeni bilgiler öğreneceği bir eserdir. Kitap
içerisinde sizi betimleyen bir karakterinde varlığına inandığım için okunulası
ve tavsiye edilesidir.
Nakkar… Pek Yakında…
“Toplumları doğuran kadınları kişi olarak görmeyen, karanlığa iten
toplumlar, mazeretleri ne olursa olsun, yok olmaya, yağmalanmaya ve köle olmaya
mahkumdurlar, çünkü kölelik anneden geçer.” (Alıntı)
Sevgi ile kalın…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder