“İktidardan daha zengin değil, daha şerefli ayrılmak gerek.” #Isokrates
Plutarkhos’un Demosthenes -
Cicero kitabında karşılaştığım ve İsokrates’e ait olan bu cümle ile incelemeye
başlamak sanırım konu için çok uygundur. Çünkü günümüz ve geçmişimizde dâhil olmak
üzere iktidar sahibi olmak yani hükmetmek bir iş değil, bir hizmet anlayışı ve
biçimi olduğunu savunmaktayım. Bu statü ve mevkileri paylaşanların tek bir
ortak gayesi olması gerekmektedir, o da sahip oldukları “halklara ve
uyruklarına hizmettir.” Ötesi berisi yoktur. Savunma amaçlı olsa dahi o “Lider”
şunu yaptı bunu yaptı diyerek yüceltmemiz bile saçmalıktan ötedir. Çünkü onun
görevi o, yapması gereken hizmetler onlar. Eğer ki bu dediğimi anlayabilirsek
işte o zaman “Lider” yani iktidar sahiplerinin nasıl birileri olduğunu ve
pozisyonlarını nasıl kullandıklarını daha ayrıntılı anlama yoluna girebiliriz.
Aksisinde ise “yol yaptı, su getirdi, halka ekmek dağıttı” diye mantık dışı
saçmalar dururuz.
Kitabın yazımı MS 550 yılında
olmuştur. Yazarımız Prokopios MS 500 yılında Kaiseria – Filistin taraflarında
bir şehir – doğdu. 527 yılında Komutan Belisarios’un özel yazmanı, 560 yılında
illustres unvanı aldı, 562 yılında ise praefectur unvanı alıp Bizans’ın
yöneticisi yani valisi oldu. Kendi branşı tarih olduğu için imparatorluğun
resmi tarihçisi olduğu da bilinmektedir. Bu eserden önce kaleme aldığı
“Savaşlar Tarihi” ve ölmeden önce Bizans şehrinin mimarisi hakkında yazdığı –
MS 561 – “Yapılar” adlı eseri de bulunmaktadır. Ölüm tarihi olarak ise
İmparator İustinianos’un ölüm tarihi olan MS 565 yılı gösterilmektedir.
Eser içerisinde çok çarpıcı
gerçeklerin olması ve yazarın cesaretsizliğinden, dönemde bulunan ispiyoncu
jurnalciler ve ajanlar yüzünden saklanarak kaleme alınmıştır. Söylediklerinin
doğruluğu pek çok araştırmanın dikkatini çekti, bu hususta yapılan araştırmalar
sonucunda kitabın büyük ölçüde doğru olduğu araştırmacılar tarafından
kanıtlanmış olduğu ise kitabın içerisindeki önsözde okura sunulmuştur.
Kitabın yazılmasının sebebi olan
İmparator İustinianos – Justinyen – İmparatoriçe Theodora, Komutan Belisarios
ve karısı Antonina’dır. Sıra dışı yaşamları, çevrelerindeki insanlara
verdikleri zararlar olaylar gösterilerek iddialı bir şekilde anlatılmaktadır.
Yazarında o dönemde bir tarihçi ve daha önemlisi bir yönetici olmasını da ele
alırsak, doğruluğunu tespit etmek bizim işimiz olmamakla beraber kesinlikle bir
ansiklopedi değerinde olduğunu düşünmekteyim. Özellikle kişilik bazlı bir
inceleme olarak bakarsak gerçekten başarılı bir yazım olduğunu da savunmak
isterim.
" ...insan davranışlarının kötülüğüne aldırmaz olursa, artık her
yerde iğrenç biri gibi gözükmekten çekinmez, aynı zamanda yüzünde her zaman
beliren utanmazlıkla silahlanıp, en bayağı eylemlere neşeyle, çekinmeden
girişir.” (Alıntı)
Birçok kitabın hatta tamamının
övmekten bitiremediği “Büyük” Justinyen imparatorluğu, yine harika bir eğitim
almış olan amcası Justin’den aldığı bilinmektedir. Ancak Prokopios der ki
Justin okuma yazma dahi bilmeyen silik bir kişilikti. Doğruluk payı var mı?
Elbette vardır. Çünkü Justinyen’in imparatorluk devri amcasının imparator
olmasıyla başlar. Bu da amcanın birçok şeyde yetersiz olduğunu göstermektedir.
Tarih kitaplarında Ayasofya’nın
yapımına müdavim olan, Roma Hukuku’na yön veren, Roma başta olmak üzere
kaybettiği toprakları yeniden almayı başaran, büyük bir veba salgını atlatmış
bir imparator olan Justinyen’den bahseder. Kitapta olan ise Justinyen’in çok
iyi bir tiyatro oyuncusu olduğunu, halkı her şekilde kendi isteklerine göre
yoksullaştırdığını, ağır vergiler koyup hayatta kalması bir tek somuna bakan
halkın elinden somunu alması, eski yasanın kendisine aykırı geldiğinde
dilediğince yeni yasa çıkarmak ve hatta bununla da kalmayıp parasını verene
göre yasa düzenlemek gibi paraya tamah eden bir kişiliğin sahibi olduğu
yaşanmış olaylarla anlatılmaktadır. “Hava vergisi,” “El koyma” gibi adetlerin
peyda olduğu bir hükümdarlık sürmüş, en yakınlarını dahi bitmek tükenmek
bilmeyen para hırsı ile sömürmüştür.
“...insanlara insafsızca davranılırsa, onlar da doğal olarak umarsız
yollara saparlar.” (Alıntı)
Ayasofya’nın son yapımı ise
dönemin iki partilileri yani Maviler ile Yeşiller arasında çıkan bir kargaşa
ile son halini almıştır. Bu ayaklanma tarihte Nika Ayaklanması olarak
geçmektedir. Hatta imparator tası tarağı toplayıp kaçmak isterken sahneye İmparatoriçe
Theodora çıkıp Justinyen’i durdurmuş ve bütün ipleri elinde olan komutan
Belisarios’u isyanı bastırmak için isyancıların üzerine yollamıştır. Komutan
ise isyancıları hipodroma toplamış ve bilinen 30 bin kişimin orada ölümü
gerçekleştirmiştir. Toplam ölümlerin sayılamayacak kadar çok olduğunu ise yine
yazar kendisi beyan etmektedir. Ayrıca Ayasofya’nın bizim için önemi ise daha
sonradan bölgenin hâkimi olduğumuzdan ötürü Osmanlı Mimarisi’ne ön ayak
olmuştur. Komutan Belisarios’un ise hanım köylü olduğunu, karısına söz
geçiremediğini, karısının onu defalarca aldatmasına rağmen ses çıkaramamasını
da demeden edemezdim.
İmparatoriçe Theodora
fahişelikten gelmiştir. Kitapta rivayet edilir ki imparatoriçe olmadan evvel
bir gece 30 adamla yattığı beyan edilmiş, şehvetin ve sapkınlığını dibine
varana kadar kendini bütün ahlak kurallarından soyutlamıştır. Büyücülük ve
dahası ise kendi medarı iftarı olmuş, zulümde kocasını geride bırakmayacak
şekilde hayatını devam ettirmiştir. Her ikisinin de din ile bağları ve
inançları işin maddi boyutuna kadardır. Kiliseyi birçok kere yok sayıp,
Hristiyanlık ile alakası olmayan Hristiyan inançlarını halka zorla benimsetmek
istemişlerdir. Suçsuz yargılama ve serbest kalabilmek için kişilerin bütün
malvarlıklarına el koymaya kadar gitmişlerdir. Dahası ise varlıklı ölen
kişilerin varislerinin elinden miraslarını alıp, tek bir kalem oynatışla
kendilerini yasal varis ilan edip sayısız miraslar üzerine konmuşlardır.
Dönemin kadınları ise Theodora’dan güç alıp âşıklarıyla artık alenen zina
etmekteydiler, kocaları ise canları ve mallarını korumak için bu duruma ancak
seyirci kalabilmekteydi.
“Kötülükleri önlemek üzere ses çıkarılmazsa elbet bunların artışına
engel olunmaz, hatta suçları cezalar izlese bile sonu gelmez, çoğu kimseler
için kötülüğe dönmek doğal olur.” (Alıntı)
Kitabın gidişatı bu şekilde devam
etmektedir. Konuların geneli ise devlet içerisinde olan yolsuzlukların kişiler
ve yer belirterek konular halinde okurlara sunulmasıdır. Kitabım Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları’ndandır. İyi bir çevirisi ve kitabı daha iyi
kavrayabilmek için 21 sayfa önsözü vardır. Hemen ardından 2 sayfa yazarın
kitabın amacı hakkında kaleme aldığı yazı ve devamı ise Justinyen’in
yolsuzluklarıyla devam etmektedir. Herhangi bir hata ya da anlaşılmayacak bir
cümle yoktur. Çevirmen gerek gördüğü yerlerde okuru bilgilendirmek için
notlarına çok sık olmayacak şekilde, sıkmadan yer vermiştir. Benim için
başarılı bir çeviriydi.
Sözün özü; eğer diğer kitapları
tarih olarak ele almak gerekiyorsa, bunu onlardan ayıranın ise tamamen
anlatılan kişilerin kişilik ve yönetim şekillerinin bizlere en vakıf kişi
elinden aktarılmasıdır. Benim için farklı bir deneyim oldu. Bu tarz tarih
kitaplarını sevenlerin kesinlikle severek okuyacaklarını düşünmekteyim. Diğer
arkadaşlarıma ise yeni bir deneyim yaşamaları için okunulasıdır ve tavsiye
isterim.
Son olarak ise Platon’un “Hükümdarlar filozof, filozoflar hükümdar
olsaydı, kentlerin yüzü ışırdı.” sözüyle bitirmek istiyorum.
Sevgi ile kalın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder