8 Mayıs 2019 Çarşamba

Prokopios - Bizans'ın Gizli Tarihi - Kitap İncelemesi - Araştırma - İnceleme - Tarih


“İktidardan daha zengin değil, daha şerefli ayrılmak gerek.” #Isokrates

Plutarkhos’un Demosthenes - Cicero kitabında karşılaştığım ve İsokrates’e ait olan bu cümle ile incelemeye başlamak sanırım konu için çok uygundur. Çünkü günümüz ve geçmişimizde dâhil olmak üzere iktidar sahibi olmak yani hükmetmek bir iş değil, bir hizmet anlayışı ve biçimi olduğunu savunmaktayım. Bu statü ve mevkileri paylaşanların tek bir ortak gayesi olması gerekmektedir, o da sahip oldukları “halklara ve uyruklarına hizmettir.” Ötesi berisi yoktur. Savunma amaçlı olsa dahi o “Lider” şunu yaptı bunu yaptı diyerek yüceltmemiz bile saçmalıktan ötedir. Çünkü onun görevi o, yapması gereken hizmetler onlar. Eğer ki bu dediğimi anlayabilirsek işte o zaman “Lider” yani iktidar sahiplerinin nasıl birileri olduğunu ve pozisyonlarını nasıl kullandıklarını daha ayrıntılı anlama yoluna girebiliriz. Aksisinde ise “yol yaptı, su getirdi, halka ekmek dağıttı” diye mantık dışı saçmalar dururuz.

Kitabın yazımı MS 550 yılında olmuştur. Yazarımız Prokopios MS 500 yılında Kaiseria – Filistin taraflarında bir şehir – doğdu. 527 yılında Komutan Belisarios’un özel yazmanı, 560 yılında illustres unvanı aldı, 562 yılında ise praefectur unvanı alıp Bizans’ın yöneticisi yani valisi oldu. Kendi branşı tarih olduğu için imparatorluğun resmi tarihçisi olduğu da bilinmektedir. Bu eserden önce kaleme aldığı “Savaşlar Tarihi” ve ölmeden önce Bizans şehrinin mimarisi hakkında yazdığı – MS 561 – “Yapılar” adlı eseri de bulunmaktadır. Ölüm tarihi olarak ise İmparator İustinianos’un ölüm tarihi olan MS 565 yılı gösterilmektedir.


Eser içerisinde çok çarpıcı gerçeklerin olması ve yazarın cesaretsizliğinden, dönemde bulunan ispiyoncu jurnalciler ve ajanlar yüzünden saklanarak kaleme alınmıştır. Söylediklerinin doğruluğu pek çok araştırmanın dikkatini çekti, bu hususta yapılan araştırmalar sonucunda kitabın büyük ölçüde doğru olduğu araştırmacılar tarafından kanıtlanmış olduğu ise kitabın içerisindeki önsözde okura sunulmuştur.

Kitabın yazılmasının sebebi olan İmparator İustinianos – Justinyen – İmparatoriçe Theodora, Komutan Belisarios ve karısı Antonina’dır. Sıra dışı yaşamları, çevrelerindeki insanlara verdikleri zararlar olaylar gösterilerek iddialı bir şekilde anlatılmaktadır. Yazarında o dönemde bir tarihçi ve daha önemlisi bir yönetici olmasını da ele alırsak, doğruluğunu tespit etmek bizim işimiz olmamakla beraber kesinlikle bir ansiklopedi değerinde olduğunu düşünmekteyim. Özellikle kişilik bazlı bir inceleme olarak bakarsak gerçekten başarılı bir yazım olduğunu da savunmak isterim.

" ...insan davranışlarının kötülüğüne aldırmaz olursa, artık her yerde iğrenç biri gibi gözükmekten çekinmez, aynı zamanda yüzünde her zaman beliren utanmazlıkla silahlanıp, en bayağı eylemlere neşeyle, çekinmeden girişir.” (Alıntı)

Birçok kitabın hatta tamamının övmekten bitiremediği “Büyük” Justinyen imparatorluğu, yine harika bir eğitim almış olan amcası Justin’den aldığı bilinmektedir. Ancak Prokopios der ki Justin okuma yazma dahi bilmeyen silik bir kişilikti. Doğruluk payı var mı? Elbette vardır. Çünkü Justinyen’in imparatorluk devri amcasının imparator olmasıyla başlar. Bu da amcanın birçok şeyde yetersiz olduğunu göstermektedir.

Tarih kitaplarında Ayasofya’nın yapımına müdavim olan, Roma Hukuku’na yön veren, Roma başta olmak üzere kaybettiği toprakları yeniden almayı başaran, büyük bir veba salgını atlatmış bir imparator olan Justinyen’den bahseder. Kitapta olan ise Justinyen’in çok iyi bir tiyatro oyuncusu olduğunu, halkı her şekilde kendi isteklerine göre yoksullaştırdığını, ağır vergiler koyup hayatta kalması bir tek somuna bakan halkın elinden somunu alması, eski yasanın kendisine aykırı geldiğinde dilediğince yeni yasa çıkarmak ve hatta bununla da kalmayıp parasını verene göre yasa düzenlemek gibi paraya tamah eden bir kişiliğin sahibi olduğu yaşanmış olaylarla anlatılmaktadır. “Hava vergisi,” “El koyma” gibi adetlerin peyda olduğu bir hükümdarlık sürmüş, en yakınlarını dahi bitmek tükenmek bilmeyen para hırsı ile sömürmüştür.

“...insanlara insafsızca davranılırsa, onlar da doğal olarak umarsız yollara saparlar.” (Alıntı)

Ayasofya’nın son yapımı ise dönemin iki partilileri yani Maviler ile Yeşiller arasında çıkan bir kargaşa ile son halini almıştır. Bu ayaklanma tarihte Nika Ayaklanması olarak geçmektedir. Hatta imparator tası tarağı toplayıp kaçmak isterken sahneye İmparatoriçe Theodora çıkıp Justinyen’i durdurmuş ve bütün ipleri elinde olan komutan Belisarios’u isyanı bastırmak için isyancıların üzerine yollamıştır. Komutan ise isyancıları hipodroma toplamış ve bilinen 30 bin kişimin orada ölümü gerçekleştirmiştir. Toplam ölümlerin sayılamayacak kadar çok olduğunu ise yine yazar kendisi beyan etmektedir. Ayrıca Ayasofya’nın bizim için önemi ise daha sonradan bölgenin hâkimi olduğumuzdan ötürü Osmanlı Mimarisi’ne ön ayak olmuştur. Komutan Belisarios’un ise hanım köylü olduğunu, karısına söz geçiremediğini, karısının onu defalarca aldatmasına rağmen ses çıkaramamasını da demeden edemezdim.

İmparatoriçe Theodora fahişelikten gelmiştir. Kitapta rivayet edilir ki imparatoriçe olmadan evvel bir gece 30 adamla yattığı beyan edilmiş, şehvetin ve sapkınlığını dibine varana kadar kendini bütün ahlak kurallarından soyutlamıştır. Büyücülük ve dahası ise kendi medarı iftarı olmuş, zulümde kocasını geride bırakmayacak şekilde hayatını devam ettirmiştir. Her ikisinin de din ile bağları ve inançları işin maddi boyutuna kadardır. Kiliseyi birçok kere yok sayıp, Hristiyanlık ile alakası olmayan Hristiyan inançlarını halka zorla benimsetmek istemişlerdir. Suçsuz yargılama ve serbest kalabilmek için kişilerin bütün malvarlıklarına el koymaya kadar gitmişlerdir. Dahası ise varlıklı ölen kişilerin varislerinin elinden miraslarını alıp, tek bir kalem oynatışla kendilerini yasal varis ilan edip sayısız miraslar üzerine konmuşlardır. Dönemin kadınları ise Theodora’dan güç alıp âşıklarıyla artık alenen zina etmekteydiler, kocaları ise canları ve mallarını korumak için bu duruma ancak seyirci kalabilmekteydi.

“Kötülükleri önlemek üzere ses çıkarılmazsa elbet bunların artışına engel olunmaz, hatta suçları cezalar izlese bile sonu gelmez, çoğu kimseler için kötülüğe dönmek doğal olur.” (Alıntı)

Kitabın gidişatı bu şekilde devam etmektedir. Konuların geneli ise devlet içerisinde olan yolsuzlukların kişiler ve yer belirterek konular halinde okurlara sunulmasıdır. Kitabım Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’ndandır. İyi bir çevirisi ve kitabı daha iyi kavrayabilmek için 21 sayfa önsözü vardır. Hemen ardından 2 sayfa yazarın kitabın amacı hakkında kaleme aldığı yazı ve devamı ise Justinyen’in yolsuzluklarıyla devam etmektedir. Herhangi bir hata ya da anlaşılmayacak bir cümle yoktur. Çevirmen gerek gördüğü yerlerde okuru bilgilendirmek için notlarına çok sık olmayacak şekilde, sıkmadan yer vermiştir. Benim için başarılı bir çeviriydi.

Sözün özü; eğer diğer kitapları tarih olarak ele almak gerekiyorsa, bunu onlardan ayıranın ise tamamen anlatılan kişilerin kişilik ve yönetim şekillerinin bizlere en vakıf kişi elinden aktarılmasıdır. Benim için farklı bir deneyim oldu. Bu tarz tarih kitaplarını sevenlerin kesinlikle severek okuyacaklarını düşünmekteyim. Diğer arkadaşlarıma ise yeni bir deneyim yaşamaları için okunulasıdır ve tavsiye isterim.

Son olarak ise Platon’un “Hükümdarlar filozof, filozoflar hükümdar olsaydı, kentlerin yüzü ışırdı.” sözüyle bitirmek istiyorum.

Sevgi ile kalın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder