Konumuz
insani güdüler; tabi ki de en başta olması gereken ise kindir. Hırs ise hemen
arkasından gelendir. Bu iki güdüyle hesapsız hareket eden her kim olursa olsun
sonunda hüsrana uğramaktan kendini alıkoyamaz, ya bedeni dağılır ya da aklı.
Euripides
öldükten sonra kıymeti anlaşılan, MÖ 484-406 yıllarında yaşayan Atinalı oyun
yazarı. Usta yazarın 100’e yakın eseri olduğu bilinmektedir. Lakin günümüze
ulaşan ise 19 eseri vardır.
“Bir korkağın bedeninin güçlü olması
neye yarar?” (Alıntı)
“...yürekli bir yaşlı çoğu gençten
üstündür.” (Alıntı)
Andromakhe
adı “anir” –erkek- ve “makhe” –savaş- kelimelerinden meydana gelir ve karşılığı
ise “erkeklere karşı savaşan” manasındadır. Eseri daha iyi algılamak için
kesinlikle karakterler hakkında bilgi sahibi olmak gerekmektedir. Andromakhe’yi
ise biz Troyalı Hektor’un karısı olarak biliriz. Daha da ayrıntıya girecek
olursak eğer;
Bu
hadiselerden anlayabileceğimiz gibi savaşın en dertlisi, en insansı varlığı
Andromakhe’dir. Hayatında Hektor ve oğlu dışında kimsesi kalmamış, bu sebeple
iyice yalnız kalmaktan korkup, Hektor’a kaçmayı dahi teklif etmiştir.
Ancak
ne Hektor Troya kralı olabilecektir, ne de oğlu Astyanaks. Agamemnon tam bir
soykırım yapacak, değil beşikteki bebeği anne karnındakileri dahi öldürecektir.
Sophokles’in de Elektra eserinde bahsettiği “iphigenia” Agamemnon kızıdır.
Kendi kızı iphigenia ise kurban ettiği anlatılır. Buradan da Agamemnon’un ne
tür bir kişilik sahibi olduğunu ve Troya’yı bekleyen kıyımı anlamak pek
mümkündür.”
“Dil insanların arasında küçük
sebeplerden büyük anlaşmazlıklar çıkarır. Bu yüzden akıllı adamlar
arkadaşlarıyla tartışmaktan çekinmeli.” (Alıntı)
Troya
Savaşı Odysseus’un kıvrak zekâsıyla alt edildiğinde Astyanaks kale surlarından
aşağıya atıldı. Menelaos Andromakhe’yi odasında rehin alıp, daha sonrasında
onur payı olarak Achilleus’un oğlu Neoptolemos’a köle olarak verilmiştir. Troya
Savaşı’nda Achilleus’a verilmiş bir söz daha vardı; Menelaos savaş bitiminde
kızı Hermione’yi Achilleus’un oğlu Neoptolemos’a büyük bir çeyizle beraber verecekti.
Bu eserinde kurgulandığı yer tamda burası ve buradan sonrasıdır.
Birinci
paragrafta belirttiğimiz güdülerin her türlüsünü eser içerisinde sayısız kere
görmekteyiz. İki kadının bir adam için çekişmesi, haklının haklılığının ustaca
kaleme alınması, suçlunun az bir yönlendirilmeyle suça nasıl meyil ettiğini ve
yine aynı yönlendirilmeyle nasıl suçtan pişmanlık duyduğuna şahitlik ediyoruz.
Sokrates ile dostluğunun kaymağını çok iyi bir şekilde değerlendiren Euripides’in
eser içerisine yerleştirdiği felsefe durumlarını bolca görüyor ve mutluluğu
bulamadığı üç evliliğinden kadınlara nasıl sert baktığını hissedebiliyoruz.
Kesinlikle “Tragedyaların Filozofu” sıfatını sonuna kadar hak ediyor. Sayfa 29’da
karşılaştığım bir sahne; “Bir de şunu
düşün, kızını birine gelin verseydin ve kızımın başına gelenler onun başına
gelseydi buna sessizce katlanır mıydın?” Cümledeki duygudaşlığa çağırım
gerçekten dönem eserlerinde görmek harika bir durum. Böyle bir empati cümlesini
göreceğim aklıma gelmezdi ve bu cümle bile kitabı okumaya değer.
Şiirsel
cümlelerin dışında neredeyse kitabın içerisinde felsefi bir dünya da
bulunmaktadır. Kendinden önce gelen birçok kişi ve olaya da atıfta bulunmasının
yanında dilin kusurlarına da değinmiştir. Özellikle Solon’dan mutlu insan
tanımı ise kesinlikle harikulade iyiydi. Adalet kavramını ve haksız kıyımları
da unutmamış, hatta bu konu da tanrıları dahi yermiştir. Karakterlerin sağlam
yapısı ve konunun kopmadan ilerleyişi ile mükemmel bir okunuşla sonlandırmanız
çok muhtemeldir.
“...mutsuz olmamla
gururlanma, çünkü sen de bir gün mutsuz olabilirsin.” (Alıntı)
Yine
okumanızı istediğim eserle alakalı birkaç rivayet daha vardır.
“Rivayet
edilir ki Paris, Troya Kralı’nın 68 oğlundan biridir. Doğumundan önce annesi
Troya kralı Priamos’un karısı Hekabe – 19 çocuğu olduğu bilinmektedir – çok
sancılı bir rüya görür. Rüyası Paris’in doğup büyüdükten sonra Troya şehrinin
onun yüzünden ateşler içerisinde kalmış ve yıkılmış olmasıdır. Kan ter içinde
uyandıktan sonra durumu Priamos’a anlatır ve Priamos ise kurulda bu rüyayı konu
alan görüşmeler yapar. Sonuç olarak alınan karar ki kurulda çok fazla Priamos
oğlu vardır. En büyük oğlunun da rüya bilici olduğu söylenmektedir. Herkes
hemfikir olur ve Paris’in ölümünü isterler. İlyada da geçen Priamos bilgin bir
kraldır ve çocuğunu kendi elleriyle ya da kendi şehrinde öldürmek istemez. Bir
çobana verip, çobanın onu öldürmesini ister. Çoban Paris’i alır ve İda Dağı’nda
ormana götürür bırakır. Tahminen altı gün sonra yanına varır ve hala
yaşadığını, hatta çok sağlıklı olduğunu görür. Bu altı gün boyunca Paris’e dişi
bir ayının baktığı en çok bilinen hikâyedir. Çoban bu durumu tanrılar
tarafından bir hediye, bir lütuf ya da bir istek olarak görür ve Paris’i alır.
Şehre getirirken de bebeği saklamak için para kesesi içerisine koyar; bundan
dolayı ise Paris ismini alır.”
“Son gününü yaşamasını
beklemeden ve Hades'e nasıl ineceğini görmeden bir insana mutlu demek doğru
değildir.” (Alıntı)
“Aşil
yani Achilleus, yarı tanrı bir baba olan Peleus ve su tanrıçası Thetis’in
oğludur. Mitoloji genel olarak bakıldığında hep bir zincirin parçaları halinde
devamı gelen konular –efsaneler- bütünüdür. Anne babasının düğünü tek bir tanrı
çağrılmadan Olympos’ta yapılır. Düğünü bozmasın diye çağrılmayan tanrı ise
Eris’tir. Eris fitne, fesat tanrısıdır. Düğünü öğrendiğinde ise doğruca düğün
olanına gider. Elinde bir elma ile protokol masasına yanaşır. (Resim1) Bu
masada Zeus ve karısı Hera, Afrodit ve aşkı Ares, Zeus oğlu Hermes, Zeus
kardeşi Poseidon, Zeus kızı Athena, Kheiron –centaur-, gelin Thetis, damat
Peleus vardır. Elindeki elmayı en güzele diyerek masaya fırlatır :) Ve kavga
başlar. Bir yanda Hera, diğer yanda kızı Athena ve Afrodit. Kavganın
sonuçlanmayacağını ve sonucun ise Zeus’un söylemesini isterler. Ancak Zeus bu
duruma itiraz eder ki özellikle Hera ile karşı karşıya gelmekten kaçınır.
Kararın bir ölümlünün vermesini ister. Hermes’i çağırır ve İda Dağı’nda çoban
olan Aleksandros’a – Paris – yönlendirir. Hermes ve diğer üç tanrıça çobanı
bulurlar, Zeus’un buyruğunu iletirler. Her tanrıça elmayı alabilmek için
Aleksandros’a sayısız nimetlerle vaatlerde bulunurlar. Hera bir krallık vaat
eder, babası Zeus gibi zekânın dibine vuran Athena en bilge kişi olacağını
söyler ve Afrodit ise en güzel ölümlü kadını – Helen – vadeder. Aleksandros
elmayı Afrodit’e verir. (Resim2) Afrodit işte o vakit kâinatın en güzel varlığı
ilan edilir. Aleksandros yani Paris bu kısımdan sonra Troya prensi olduğunu
öğrenir. Kaderde odur ki Afrodit dünyanın en güzel kadını olmasına rağmen
kocası Hephaistos en çirkin tanrıdır. Bu hadiseden sonra 10 yıl sürecek İlyada
– İlyon – yani Troya Savaşı’na zemin hazırlanmıştır. Tek eksik parça Paris’in
Helen’i kaçırmasıdır.”
Kitabım
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’ndan ve çevirisi kusursuz. Sayfa kalitesi
okurunu üzmeyecek şekilde ancak birkaç kelime hatasıyla karşılaşmanız çok
mümkün. Kitap yazar hayatı, eserleri ve Andromakhe olarak önsöz tarzında 4
sayfa ile başlıyor ve hemen arkasından Andromakhe sahneye girip sözü alıyor.
Kitabın son 3 sayfasında ise çevirmen notları mevcuttur. Yukarıda yazdığım
rivayetleri de okumuş ya da daha önceden biliyorsanız eğer kesinlikle
anlaşılmayacak bir şey bulamazsınız.
“Deneyim bütün insanların en iyi
öğretmenidir.” (Alıntı)
Sözün
özü; neredeyse her cümlesi felsefi bir cümle taşıyan bir eserdir Andromakhe.
Benim gerçekten çok hoşuma gitti, bu sebeple de hem okunulası ve hem de tavsiye
edilesidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder