Toprak, su, hava ve ateş. Ateşi
kaldırıp, Tahta deyip girizgâhı zıplatmak isterdim ama anlatacağımız eser
Homeros’un kitapları değil, saygıyı hak eder Hesiodos. Toprakla giriş yapmamın
sebebi ise toprağın kendiyle uğraşanı bir nevi filozofa çevirdiğine inandığımdan
dolayıdır. Bir çiftçi eğer ki öğrenmek isterse gerçeği ve hayatı anlamlandırmaksa
amacı toprağa baksın yeter. Su değende bulamaç olan bu madde ne verebilir ki
bize?
En başta varlığın oluşması için
bir maddeye gereksinim olduğunu vurgular toprak, ekmeden biçemezsin der
insanoğluna. Bir “tohum” olmadan bir
canlı ortaya çıkaramazsın! Ve uygun zamanı kollamazsan der tohum; ben yiterim,
bitmemi filizlenmemi istiyorsan ise gökyüzünü izle, çevrendeki hayvanları ve
bulutları “gözlemle.” İşte bu
etkenleri gördüğünde sür toprağa beni ve bekle, bekle ki “sabrın” ne demek olduğunu anla! Başının öne eğilmesinden asla
korkma, biliriz ki biz “olgun başak baş eğer, eğik durur.” Bil ki veremeden
alamayacağın bir dünya düzeni üzerinde yaşamaktasın. Bu dünyada Aden Bahçesi
(Cennet) kurallar yoktur, meyveler ağaçlarda kendi kendine büyümez,
nehirlerinden ballar ve şaraplar akmaz. Sabrın sonunun selamet olduğunu
görürsün, “zaman” her şey için
çözümdür ve “emeğin” ne kadar
kıymetli olduğunu anlarsın. Emeksiz hiçbir şeyin olmayacağına “kanaat” getirirsin ve bu kadar “çilenin” ardından ürünlerini hasat
ettikten sonra anlarsın ki; doğanın kuralları asil kurallardır ve burada hiçbir
şey boşuna var olmamıştır. Unutmayın ki; “Umut varsa geleceğin varlığına iman
ediyoruzdur.”
Yarım daha büyük olabilir bütünden...” (Alıntı)
Hesiodos MÖ VIII. yüzyılda
yaşamış bir ozandır. Doğumu Anadolu’nun batı kısmı yani Ege’de olduğu
bilinmektedir. Balıkçı bir aileden geldiği ise eserlerinden anlaşılmış olup
daha sonra babasının öngörmesiyle Yunan iç kesimlerine doğru göç etmişlerdir.
Göç sebepleri siyasi değil, sadece bulundukları yerde yoksul kaldıkları
içindir. Kendisini eserlerinde çoban ya da çiftçi olarak itham ettiği için
mesleğini bu iki meslek türünü de içerisine alan çiftçi mesleğini icra ettiğini
düşündürmektedir. Tipik bir Anadolu insanı düşüncesinin yaygın olduğu
eserlerinden hissedilmektedir. Bilinen ilk Yunan didaktik şiirinin yazarı ve Yunan
Mitinin kurucularından biridir.
“...ölçüsüzlükten suç doğar, suçun ürünü ise pişmanlıktır.” (Alıntı)
Bizlere önemi çok sonları anlaşılan
iki eser bırakmıştır. Bunlardan ilki Theogonia adında olan ve 1022 dize ile
evrenin varoluşu, tanrıların doğuşu ve soylarının nasıl şekillendiği anlatan
epik bir eserdir. İkincisi ve daha önemlisi olan eseri ise İşler ve Günler
adında olan 828 dize ile bitirilmiş eseridir. Bu eserin diğer eserden çokça
farkı vardır ki; eseri bir toplum felsefesi olarak algılayabiliriz. Bu hususta
Hesiodos’a iyi bir gözlemci, bilgili bir filozof ya da uyruklarının mutluluğunu
arayan bir köy ekstremisti diyebiliriz. Eserin öğüt niteliği taşıması ve
toplumsal bir çözüm arayışı içerisinde oluşu, okuyanına keyiften çok bilgi
aktaracağı için önemlidir. Kendi deneyimlerinden de faydalanarak kardeşi Perses’e
karşı dillendirdiği bu eseri; Dike – adalet, hak, hukuk – başta olmak üzere
çalışmak, erdem, düzen, doğruluk gibi kavramları okuruna sunar. Ayrıca tarım,
denizcilik gibi mesleklerde yapılması gerekenleri sıralar ve her şeyin bir
zamanı olduğuna inandırır okurunu. Şu su götürmez bir gerçektir. Doğu,
Anadolu'yu beslemiştir ve Anadolu'da Yunan'ı... Yunan beslendikçe Avrupa
beslenmiştir ve bu besi son olarak deniz aşırı uzanmış, Amerika'ya
ulaşmıştır... Günümüzde birçok şeyin kaynağı Yunan'dır. Peki ya Yunan'ın
kaynağı... Bence Anadolu; Babil, Sümer, Asur ve Finikeliler... Finikelileri
özellikle yazdım ki denizci oldukları ve denizi kullandıkları için bütün bilgi
ve dahasının misyonerliği onlardadır.
“...bilinçsizlik yanılgıyı doğurur, yanılgı ise insanı doğrudan yıkım
ve belalara sürükler.” (Alıntı)
Homeros eğlenilecek adamsa
Hesiodos evlenilecek adamdır. Hesiodos’u karşılaştırma yapacak isek kesinlikle
Homeros ile karşılaştırmalıyız. Aralarında ciddi bir fark vardır. Homeros tanrılarla
insanların iç içe güle oynaya yaşadıklarını betimler ama Hesiodos tam tersine
tanrıların insanlardan uzak ve ayrı yaşadıklarını, çok nadir olsa da insanlarla
iletişim kurduklarını yazar eserlerinde. Homeros’ta her şey tanrılara layıktır
ve lükstür, Hesiodos’ta ise bu durum gözükmez. Her ikisinin de eserlerinin
destan olması insani durumları tanrılaştırmasına sebep olsa da Homeros
incelemesinde de bahsettiğimiz gibi İlyada eserindeki en insani karakterin
Andromakhe oluşu dışında insani bir yan göremeyiz. Kısaca söylemek gerekirse
Hesiodos’un 828 dizelik eseri Homeros’un 15600 dizelik eserine galip gelmiştir.
Homeros’un ayrıca Platon’un Devlet kitabında Platon tarafından da
eleştirilmesi, kendinden sonrakilere hiçbir öğüt bırakmadı demesi, bu üstünlüğü
göreceli olsa da kabul etmemizi sağlar.
Kısa bir Homeros’un İlyada kitabı
incelemesinden kesit…
“Andromakhe Thebaili Eetion’un
prenses kızı. Hektor’un karısı ve Astyanaks’ın annesi. Eetion Yunanistan’da
bulunan Thebai şehrinin kralıdır. 7 tane oğlu ve bir kızı vardır. Troya ile hem
ilişkilerini sağlamlaştırmak, hem de kan bağı olması için biricik kızını deniz
aşırı olarak Hektor’a vermiştir. Hektor o dönemde geleceğin Troya kralı
olacağına kesin gözüyle bakılan en yiğit Priamos oğluydu. Dolayısıyla oğlu Astyanaks’ta
diğer Priamos oğulları arasında en yüksek olasılıkla kral olabilecek veliaht
prensti. Andromakhe Troya savaşı boyunca en çok etkilenen kişidir. Akhaların 10
yıl süren Troya kuşatmalarında askerlerin ganimet için Troya’nın civar
şehirlerine saldırmaları sebebiyle Andromakhe’nin doğduğu şehre de
saldırılmıştır. Şehri eline alan Achilleus Kral Eetion ile yedi oğlunu öldürmüş
ve prenses olan Andromahke’nin annesini elinden geldiği kadar en iğrenç şekilde
kullanmış, esir edip Troya sahillerine getirmiştir. Hatta öyle kullanılmış ki
Troyalılardan kurtarmalık alıp prensesi Troya’ya teslim ettiğinde ancak üç gün
yaşayabilmiştir.
Bu hadiselerden anlayabileceğimiz
gibi savaşın en dertlisi, en insansı varlığı Andromakhe’dir. Hayatında Hektor
ve oğlu dışında kimsesi kalmamış, bu sebeple iyice yalnız kalmaktan korkup,
Hektor’a kaçmayı dahi teklif etmiştir.”
Kısa bir Platon’un Devlet kitabı
incelemesinden kesit…
“Adil bir devlet kurulumda ilk
önce yapılacak şeyin şairlerden, mit yaratıcılardan, hikâyecilerden
başlanılmasını gerektiğini öne sürer ve bu ütopyada sansürü ileri derecede
meşrulaştırır. Çünkü çocuğa küçük yaşta neyi hikâyelerseniz büyüdüğünde de o
yönde bir yaşam tarzı benimsemesine olanak tanırsınız. Özellikle üçüncü kitapta
Sokrates’i Homeros’un üzerine yürütüp, mitoloji yaratıcısı bu adamı yerdiğini
gördüysek de onuncu kitapta bunun daha fazlasını görmekteyiz. Platon’un Homeros
kitabından çekinmesinin sebebi günümüz anlayışı ile bakmak yerine; o devirde
Homeros kitaplarının dini kitap olduğunu varsaydığımızda ortaya çıkar. Günümüz
şiir, destan diye nitelendirdiğimiz bu kitaplar; o devrin yegâne din
kitaplarıydı. En küçük bir sorunda o kitaplar açılır, onlardan bakılıp ona göre
hareket edilirdi. İnsanlar o kitaplara göre yetişir; özel hayatlarından ziyade
siyasal hayatlarını da buna göre düzenlerler ve Homerik kahramanların onları
takip edenlere kötü örnek olmaktadır. Hatta Homeros’un iyi, hoş birisi olduğunu
da söyler; ancak insanlık adına, devlet adına bir şey yapmadığını da açıkça
belirtir. Ne bir Sparta Kralı ve Kanun Koyucusu olan Lykurgos olduğunu ne de
Yunan Devlet Adamı Solon olduğunu söyler.”
Theogonia eserinde bulunan varoluştan
bahsetmek isterim, hani şu Prometheus’un Zeus’tan ateşi alıp insanlara sunmasını
ve daha sonrasında Zeus’un insanlar için tanrılar hediyesi olan Pandora’yı
insanların başına bela etmesini. Dini kitaplara da bakıldığında ilk insanların
Aden Bahçesi denilen bir yerde çalışmadan, uğraşmadan yaşam sürdürdüklerinden
bahseder. Prometheus’ta Zeus’tan ateşi çaldığında insanlardaki yaşam tarzı Aden
Bahçesi’ndeki yaşam tarzıyla aynıdır. Çalışmadan, uğraşmadan topraktan mahsul
almaktadırlar. Ancak iki tarafta tanrının gazabına uğrar ve cennet denilen
cennet gibi yerden kovulurlar. Dini kitaplarda yasak meyve ile aksedilir bu
hadise, mitoloji de ise Prometheus’un bu hinliği ile. Bu hadiselerden sonra
artık insanların çalışmadan elde edebilecekleri bir mahsulü bulunmamaktadır,
üstüne üstlük hastalıklar ve dertlerde başa beladır. Aslında bu tarz bahsedebileceğim
birçok benzerlik vardır ancak konunun daha da uzatılıp, okuruna sıkıntı
vermesini de istememekteyim.
“Her yazın bir kışı var...” (Alıntı)
Kitabım Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’ndan, çevirisi
iki işin ehil tarafından yapıldığı için muazzam denecek kadar güzel, sayfa
yapısı yerinde. Eser kısa bir önsöz ile başlamaktadır. Arkasından 1022 dize
olan yaratılış efsanelerini barındıran Theogonia adlı epik anlatım gelmektedir.
Tanrıların nasıl ve ne şekilde doğduğunu da anladıktan sonra, insan olan
bizlerin, nasıl hayat sürmemizi ve bize gerekli olan bilgilerin, öğütlerin yer
aldığı 828 dizelik muazzam bir içerikle devam ediyor. Buradan sonra ise Sayın
Azra Erhat’ın Hesiodos Eserleri ve Kaynakları adı altında bulunan muazzam bir
incelemesiyle karşılaşıyoruz. Bu incelemeyi de bitirdikten sonra İsmet Zeki Eyuboğlu’na
ait olan Hesiodos ile Anadolu İnsanı adlı kısa bir karşılaştırmayla
karşılaşıyoruz. En sonunda ise 60 küsür sayfa olan, her zaman kitaba
başvurabileceğimiz bir sözlüğün bulunması kitabı çok değerli kılmaktadır.
“Komşunun kötüsü
beladır, iyisi bir hazine...” (Alıntı)
Sözün özü; kitabın yazım zamanı ve içeriği bakımından ele
alındığında bir ve muazzamdır. Kesinlikle bir örneğinin olmayışı ve çok ileride
Romalı Kentsoylu Vergilius’un dikkatini çekmesi kitabın değerini kat be kat
arttırmaktadır. Günümüzde de güncelliğini koruyan ve bu yaşam tarzını
benimsemiş insanlarla karşılaştığımız için, eserin her çağa seslendiğini görmek
gurur verici. Meraklısı için kesinlikle bir başucu kitabı olduğu için okunulası
ve tavsiye edilesidir.
Sevgi ile kalın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder