Asırlardan beri süre gelen “devlet”
hakkında yazılan bütün eserlerin yazımlarının aslında birer cevap olduğunun
gerçeği su götürmezdir. Aristoteles’ten günümüze kadar yazılan bütün bu eserler
aslında “Devlet” isimli bu esere cevaptır.
Platon MÖ 428 - 348 tarihleri
arasında yaşamış ileri görüşlü Yunan düşünce adamı, ekstremisttir. Platon Peloponnes
Savaşı başlangıcından 4 yıl sonra doğmuştur. Atina’da demokrasi çöktüğünde 23
yaşındaydı. Yenilenen demokrasi MÖ 399 yılında hocası Sokrates’i idam ettiğinde
28 yaşındaydı. Bu olaydan sonra Atina’dan ayrılmış - tahminen 18 yıl süren bir
ayrılık – bütün Yunan topraklarını gezmiştir. Döndüğünde ise Platonik akademinin
– Akademos – kurucusu olmuştur. Ki kurulan bu akademi daha
sonrasında çevresine ve özellikle de Yunan ve Roma dünyasına felsefi kaynaklık
etmiştir. Okulun en bilindik öğrencilerinden birisi de Aristoteles’tir.
Yaklaşık olarak 300 yıl etkin bir şekilde eğitimin devam ettiği bu okullarda
Hristiyanlığı’nda çıkması ve yaygınlaşmasıyla manastırlara devredilmiş;
akabinde ise modern çağın üniversiteleri haline gelmiştir. 80 yaşına kadar
yaşamıştır.
“Bir adam güzel şeyleri sever ama güzelliğin kendine inanmaz, onu
öğretmek isteyenin ardından gitmezse, gerçekten yaşıyor mu dersin bu adam?
Yoksa ömrü bir rüya içinde mi geçiyor? Rüyanın ne olduğunu bir düşün... Uyurken
ya da uyanıkken bir şeyin benzerini, onun benzerini olarak değil de,
kendisiymiş gibi görmek değil midir rüya?
...
Oysa ki, güzelliğin kendi varlığına inanan, hem onu hem de katıldığı şeyleri gören, güzeli güzel şeylerle, güzel şeyleri güzelle karıştırmayan adam rüya içinde mi yaşar, yoksa gerçek içinde mi?” (Alıntı)
...
Oysa ki, güzelliğin kendi varlığına inanan, hem onu hem de katıldığı şeyleri gören, güzeli güzel şeylerle, güzel şeyleri güzelle karıştırmayan adam rüya içinde mi yaşar, yoksa gerçek içinde mi?” (Alıntı)
Hazır üniversite demişken Platon’un
şehri Kallipolis ve üniversiteler arasındaki benzerliği de görmemek elde
değildir. Her iki yerde de kızlı-erkekli kişiler “genç bir yaşta” “bilgi, cesaret,
özgüven, liderlik, sorumluluk ve disiplin” kapasiteleri ile seçilip, beraber
eğitim görürler ve –burası önemli – “ailelerinden uzakta…” Ortak yaşam
alanları, ortak yemek alanları, aile kavramının ortadan kalktığı bir yerde
birlikte ders çalışarak eğitimlerini sürdürürler. Her iki kurumda da bu
saydığımız özellikler ortaktır ve en iyi olmak, insan yararına, kamu yararına
en iyi olanları seçmektir. Akabinde ise yıllar sürecek zorlu bir ders ve
eğitimden geçerler. Eğitim sonucunda ise başarılı olanlar hem Kallipolis’te hem
de üniversitelerde yani günümüzde liderlik, kamusal pozisyon almak için hayata
atılırlar. Bu da bize Platon’un mirasçısı olduğumuz kanısını güçlendirir. Bir
deyime ise Platon olmasaydı üniversiteler olmazdı.
Platon’un Devleti neden yazdığını
anlamak için yine 70’li yaşlarında kendi yazımları olan otobiyografi değeri
taşıyan mektuplarına bakmak en yeterli kaynaktır. Buradaki mektupları bir dönem
Sicilya’da bulunmuş olmasından dolayıdır; 7. Mektup olarak ele alınan
“Platon'dan Dion'un akraba ve dostlarına” başlığıyla gönderilmiş mektuptur.
“Gençlikte, ben de birçok genç gibiydim. Kendi kendime davranabileceğim
gün gelince, hemen devlet işlerine atılmaya karar vermiştim. Ama o zaman, bu
alanda birçok değişme olmuştu; kendimi şu durum karşısında buldum: Birçok
kimse, o zamanki yönetime saldırmış, ayaklanma çıkmış ve yeni yönetimin başına
elli bir kişi konmuştu. Bunlardan on biri kentte, onu da Peiraieus'da görev
almıştı; görevleri agorayla kentin yönetimini ilgilendiren işlerle uğraşmaktı.
Öteki otuzuna, tam yetkiyle en yüksek erk verilmişti. Bunlar arasında
tanıdıklarım, akrabalarım vardı; uygun bir iş vermek üzere beni hemen
çağırdılar. Genç yaşım düşünülecek olursa, hiç de aşırı olmayan birtakım
düşlemler kuruyordum: Bunların devleti, eğrilik yolundan doğruluk yoluna
getirerek yöneteceklerini sanıyor, ne yapacaklarını merakla bekliyordum. Oysa
çok geçmeden, eski düzeni sanki altın çağmış gibi arattıklarını açıkça gördüm.
Birçok zorbalıktan başka, o zamanın en doğru adamı olduğunu çekinmeden
söyleyebileceğim yaşlı dostum Sokrates'e de saldırdılar. Onu başka kimselerle
birlikte, bir yurttaşı yakalamaya göndermek; bu yurttaşı ölümle cezalandırıp,
Sokrates'i, istesin istemesin, siyasetlerine karıştırmak istiyorlardı. Sokrates
onları dinlemedi; onların büyük suçlarına ortak olmaktansa, bütün tehlikelere
göğüs germeyi yeğledi. Ben de, bu türlü şiddet olayları ve buna benzer, bunlar
gibi önemli daha başka zorbalıklar karşısında tiksinti duydum; olup biten
iğrençliklerden uzaklaştım. Az zaman sonra, Otuzlar düştü; kurmuş oldukları
yönetim biçimi de onlarla birlikte ortadan kalktı.
…
… Bununla birlikte, bu durumu iyileştirmek ve tüm yönetim biçimini
değiştirmek için yollar aramaktan geri kalmıyor, eyleme geçebileceğim anı
bekliyordum. Ama sonunda, o zamanki bütün devletlerin kötü yönetildiğini
anladım; çünkü yönetim, uygun koşullar altında yetkin olarak yeniden
düzenlenemezse, yasalarının iyileşmesine hemen hemen olanak yoktur. İşte bunun
için, felsefeyi överken, ancak felsefenin yardımıyla devletlerin ve kişilerin
yönetiminde doğruluk gösterilebileceğini söylemiş; bundan ötürü de, insan
soyunun, başına çöken belalardan ancak tam ve gerçek filozofların yönetimi ele
almasıyla ya da devletin başında olanların, Tanrı'nın iyicilliğiyle gerçekten
filozof olmaları durumunda kurtulabileceğini belirtmiştim.” Kaynak: Platon –
Mektuplar - Çağdaş Matbaacılık Yayıncılık Ltd. Şti. – Aralık 1999 – Sayfa 14/15/16
Devlet bir ütopyadır. Bunu
söyleyen Platon değildir. 15. Yüzyılda Sir Thomas More tarafından söylenmiştir.
Muhakkak ki Devlet bir ütopyadır ve siyasetin çok iyi bir vizyonunu sunar.
Kitabın rehber ilkesi karşılılıktır. Devlet ve insan ruhu arasındaki
karşılaştırmadır. Modern ve totaliter bir devletin modeli anlatılmaktadır. Şiirde
ve teolojide ciddi bir sansürün yapılması, özel yaşam alanı ve ailenin kişilerin
hakları olmamasını öngören bir yapıdadır.
“Kamusal eğitim hakkında iyi bir fikir edinmek istiyorsanız Platon'un Devletini
okuyun. O, kitapları başlıklarıyla yargılayanlar gibi siyasi bir deneme
değildir, eğitim üzerine şimdiye kadar yazılmış en iyi, en güzel eserdir.” Jean-Jacques
Rousseau
Devlet on tane kitaptan oluşmaktadır.
Birinci kitap bir önsöz, hazırlık, hazırlama mahiyetindedir. İkinci kitap ile altıncı
kitap ise kurumun/devletin yani siyaset felsefesinin en yoğun olduğu
bölümlerdir. Yedinci ile onuncu kitap ise devlet insan, devlet insan ruhu ve
insan metafiziği olarak devam etmektedir.
Birinci kitapta adalet ve
doğruluğun tanımı değil de yararlarının konu edildiği diyalog adaletin
faydasıyla çözeme ulaşmayı hedefler. Ancak ikinci kitapta bulunan bir hikâye
ise mutlak bir gücün hâkiminin neden adaletli ya da adaletsiz olunmasını çürütmektedir.
Gyges adındaki bu çobanın hikâyesi bize “güçsüzün” doğruluk arayışı olduğunu
hatırlatmaktadır. Çünkü güçlüye adalet gerekmez, o kendi adaletini kendisi
yaratabilir. Bu kısım Adeimantos’un sahneye giriş yeridir ve kitabın değiştiği,
ismine uygun olarak şekillenmeye başladığı alandır. Sokrates burada bir düşünce
fırtınası yaratmayı teklif eder ve bu düşünce paylaşımının ise bir devlet
yaratma düşüncesi olduğunu kabul ettirir. Buradan sonraki kısımlar ise kendisi
gibi aristokratlara yani diyalogda bulunan Glaukon ve Adeimantos’a göre
ilerleyişini sürdürür. Şehir ve ruh metaforunu, her şey kendine benzer ya da
benzerini arar düşüncesiyle doğruluğu her ikisine de uygular. Şehir ve ruh
hipotezi o şehirlerde yaşayan kişilerinde benzer olduğunu, bu benzerliklerin
Timokrasi, Oligarşi, Demokrasi ya da zorbalıkla yönetilen şehirler arasındaki
benzerlikleri açığa çıkarır. Her rejim kendinden sonra gelen rejime referans ve
rehber olur.
“Bir şehrin duvarları tuğladan değil insandan yapıldı mı, surları
olmasa da olur.” (Alıntı)
İdeal insanı keşfe çıktığımız
yedinci kitabımızda yapılan bir mağara benzetmesi kişilerin konfor alanından
uzaklaşmasından korkmasını, zincirlerini kırıp yeniliklere ulaşamamasını
içermektedir. Belki de kitapta bulunan en can alıcı insan psikolojisinin dibine
inilen yerdir bu kısım.
Adil bir devlet kurulumda ilk
önce yapılacak şeyin şairlerden, mit yaratıcılardan, hikâyecilerden
başlanılmasını gerektiğini öne sürer ve bu ütopyada sansürü ileri derecede
meşrulaştırır. Çünkü çocuğa küçük yaşta neyi hikâyelerseniz büyüdüğünde de o
yönde bir yaşam tarzı benimsemesine olanak tanırsınız. Özellikle üçüncü kitapta
Sokrates’i Homeros’un üzerine yürütüp, mitoloji yaratıcısı bu adamı yerdiğini
gördüysek de onuncu kitapta bunun daha fazlasını görmekteyiz. Platon’un Homeros
kitabından çekinmesinin sebebi günümüz anlayışı ile bakmak yerine; o devirde
Homeros kitaplarının dini kitap olduğunu varsaydığımızda ortaya çıkar. Günümüz
şiir, destan diye nitelendirdiğimiz bu kitaplar; o devrin yegâne din
kitaplarıydı. En küçük bir sorunda o kitaplar açılır, onlardan bakılıp ona göre
hareket edilirdi. İnsanlar o kitaplara göre yetişir; özel hayatlarından ziyade
siyasal hayatlarını da buna göre düzenlerler ve Homerik kahramanların onları
takip edenlere kötü örnek olmaktadır. Hatta Homeros’un iyi, hoş birisi olduğunu
da söyler; ancak insanlık adına, devlet adına bir şey yapmadığını da açıkça
belirtir. Ne bir Sparta Kralı ve Kanun Koyucusu olan Lykurgos olduğunu ne de
Yunan Devlet Adamı Solon olduğunu söyler.
“...şehirlerin de insanlar gibi kaderleri olduğuna... inanılırdı.”
(Alıntı)
Platon kitabından bedenin
çürümesine değinmiş ve ruhun ölümsüz olduğunu vurgulamıştır. Ruhun ölümsüz
olduğunu savunan belki de ilk Yunan filozofu olduğunu söylesek hata etmemiş
oluruz. Ayrıca kitabın sonunda verilen “Er’in” hikâyesi ise bir cennet /
cehennemvari bir yerin varlığından bahsetmektedir. Genellikle tek bir tanrıdan
ve bazen de tanrılardan bahsetmesi ise tek tanrının varlığına inandığını
göstermektedir. Bu tek tanrı söylemi de ölümsüz ruh söylemi gibi bulunduğu
coğrafyada ilk bir söylemdir.
“Özü gereği, bir şeye bağlantısı olan her şey, tek başına ve kendi
içinde ele alınınca, yalnız kendisine bağlı kalır. Buna karşılık belli şeylerle
ilgileri bakımından ele alınırsa, kendisi de belli bir şey olur!” (Alıntı)
Diyalog karakterleri;
Sokrates; ana karakter. Diyalogda
bulunan diğer karakterlerin doğrularını tartışma, konuşma vasıtasıyla çürütme yoluna
giden, bu yolda ikna edebilen, erdemin, bilginin ve insan ruhunun en ince
ayrıntılarını çok iyi gözlemleyen karakterdir.
Glaukon; Platon’un kardeşi,
aristokrat. Diyalogda düşünceyi edilgen etmeye yarayan iki karakterden biridir.
Genellikle içerikte “Evet,” “Hayır,” “Doğrudur…” gibi kelimeler ile karşımıza
çıkar. Ancak Kallipolisi yönetebilecek karakterlerden birisi olarak
gözükmektedirler.
Adeimantos; Platon’un kardeşi,
aristokrat, zevk düşkünü, hedonist. Diyalogda düşünceyi edilgen etmeye yarayan
iki karakterden biridir. Genellikle içerikte “Evet,” “Hayır,” “Doğrudur…” gibi
kelimeler ile karşımıza çıkar. Ancak Kallipolisi yönetebilecek karakterlerden
birisi olarak gözükmektedirler. Glaukon ile arasında fark ise Adeimantos daha
cesurdur. Adaletin ise güçsüzlerin dostu olduğunu savunur.
Kephalos; gelenekçi, düz kafalı.
Diyalogda aileyi temsil eder. Hatta ailenin başıdır. Ailenin başı olması
sebebiyle en yaşlısıdır. Aralarındaki konuşmalar yaşlılığın nasıl olduğu ve
cinsel ihtiyaçlara dem vurur. Kitap içerisinde Sophokles ile alakalı bir hikâye
anlatır. “Sophokles: “Bırak canım sen de, dedi; bu işten kurtulduğuma bilsen ne
kadar seviniyorum. Deli ve belalı bir efendinin elinden kurtulmuş gibiyim”.
Sophokles’in bu sözünü beğenmiştim o zaman. Yine de beğeniyorum. Gerçekten,
ihtiyarlık bu bakımdan kurtuluş sayılır. İstekler, hırslar gevşeyince insan
rahatlar, Sophokles’in dediği gibi zırdeli bir zorbanın elinden yakasını
sıyırmış olur. Yaşlıların yakınlarından çektiklerine gelince Sokrates, bunların
da sebebi ihtiyarlık değil, insanların kendi huyudur. Ölçülü, uysal olana
ihtiyarlık dert olmaz. Öyle olmayana ise, gençlik de bela olur, ihtiyarlık da.”
(Sayfa 3) Helenistik dönem yaşam tarzı cinsellik ve para kazanma olarak yaşam
tarzıydı. Yaşlanınca ise dine kendini adar ve bu yaşam tarzından kurtulurdu.
Platon’a göre bu yaşam tarzı düşündeki devlete uymuyordu ve bu sebeple sadece
birinci kitaptan sonra Kephalos’a diyalogda yer verilmemiş, böylece gelenek
kovulmuştur. Bu hususta en iyi söylemi Jean-Jacques Rousseau yapmıştır; “Siyasette de ahlakta olduğu gibi, iyilik
etmemek kötülük etmektir. Yararlı olmayan her yurttaş zararlı bir insan
sayılır.” (Alıntı)
Polemarkhos; mirasçı, vatansever,
soylu ya da centilmen. Adalet olarak herkese hakkının verilmesi taraftarıdır.
Dostlara iyilik, düşmana ise kötülük yapmayı amaçlar. Dost ve düşman arasındaki
ayrım, adil ile adaletsizlik arasındaki ayrım ve iyi ile kötü konularına en iyi
sorular bu karakterden sorulur. Sokrates ise gereken cevapları verir ve
karakterin düşüncelerini çürütür.
Thrasymakhos; Sokrates’in
karşıtı, zıt görüşü, rakibi, realizm taraftarı. Kendisi eğitmendir ve
öğrencileriyle beraber girerler diyaloğa. Diyalogda bulunan en dişli
karakterdir. Adaleti bildiğini ve bunu diğer kişilere öğrettiğini savunur. En
belirgin cümlesi ise; “Doğruluk/adalet, güçlünün işine gelendir.” (Sayfa 17)
Kanunları bu güçlü kişiler koyar ve kanunlar tamamen bu kişilerin elindedir.
Kanunlar ise bu güçlü kişilere hizmet eder savını ortaya atar. Konunun özeti
olacak alıntı ise;
“Derler ki, tabiatta haksızlık etmek iyi, haksızlığa uğramak kötü bir
şeydir. Haksızlığa uğrayanlar ise haksızlık edenlerden çok daha fazladır.
İnsanlar, birbirlerine haksızlık ede ede haksızlığa uğraya uğraya, birinin
tadını, ötekinin acısını duymuşlar. Haksızlığa uğramaktan sakınamayacaklarını,
haksızlık etmeyi de her zaman beceremeyeceklerini anlayınca, bir anlaşmaya
varmayı düşünmüşler, kanun koymuşlar, kimse haksızlık etmeyecek, haksızlığa
uğramayacak diye. Kanunun buyurduğuna, kanuna uygun olana da doğru demişler.
İşte doğruluğun kaynağı, özü budur. Doğruluk, en iyi şeyle en kötü şeyin ortasında,
yani haksızlık edip ceza görmemekle, haksızlığa uğrayıp öç alamamanın
arasındadır. Bu iki şeyin arasında olan doğruluk iyi bir şeydir diye sevilmez:
Ona değer verdiren, insanın hep haksızlık etmeye gücünün yetmemesidir. Gücü
yetseydi, haksızlık etmeyi, haksızlığa uğramayı ortadan kaldırmak için kimseyle
anlaşmaya kalkmazdı. Böyle yapması delilik olurdu.” (Alıntı)
Sözün özü; okuduğumuz bu kitabın
görünen kısmı bir diyalogdur. Ancak içerisine girildiğinde edebiyat, felsefe,
metafizik, siyaset felsefesi gibi sayısız bir içeriğe ulaşmaktayız. İstenilen
açıdan bakılmadığında 50 kere okusak dahi anlamayacağımız bir içeriktir. Her
okumada yeni bir şeylerin keşfine açıktır. Diyalog tarzı olduğu için yüksek sesle
okunması tavsiye edilir. Okunması gereken naçizane eserlerin en başında olanı
dersek hata etmemiş oluruz.
Sevgi ile kalın…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder