İlyada nasıl ki bir Achilleus
kahramanlık destanıysa Odysseia’da bir Odysseus masalıdır. Odysseus günümüz
kelime karşılığı “çileli” demektir.
Homeros MÖ 9. yüzyılda
yaşadığı sanılan bir ozandır. Gözlerinin görmediği bazı kaynaklarda bizlere
söylenmektedir. Hayatı hakkında olduğu gibi ancak bu konu hakkında da kesin bir
bilgi yoktur. Bildiğimiz tek şey ise İlyada ve Odyssiea diye iki kitap var ve
bunların yazarı Homeros olarak bilinmesidir.
“Yeryüzünde
yürüyen ve soluk alan yaratıklar arasında
insandan daha güçsüz bir yaratık beslemez toprak ana.” (Alıntı)
insandan daha güçsüz bir yaratık beslemez toprak ana.” (Alıntı)
İlyada gibi Odysseia da sözlü
edebiyat ürünüdür. Bizim edebiyatımızda tam karşılığı olmasa da aruza yakın bir
edebiyat örneğidir. Benzerliklerimiz sadece aruz ile sınırlı değil. Özellikle
bir hapşırma sahnesi vardır ki hayatımda sıkça karşılaştığımdır. Bir diğeri ise
benzetmeler örneğin “Ayağı Tez Odyyseus,” “Kusursuz Andromakhe,” “İnek Gözlü
Here” bizim yörelerimizde ise “Altın Dişli Hayriye” gibi. Bu benzetmeler sözlü
edebiyat içindir. Çünkü dinleyeni uyanık tutması sebebiyle aykırı olmasıyla karşımıza
çıkar. Dinleyiciyi etkilemek için, konuya hapsetmek için süslemeler
yapılmalıdır. Bu tür sıfatlarla ozan bunu çok iyi bir şekilde yerine
getirmiştir.
“Ey
Peleusoğlu Akhilleus, Akhaların en yiğidi,
Teiresias’a
geldim, bir öğüt istemeye,
Geldim
İthake’ye nasıl gideyim diye sormaya.
Çünkü
Akhaların ülkesine yaklaşamadım henüz,
Ayak
basamadım henüz kendi toprağıma,
Dertten
derde sürüklendim durdum bugüne dek
Oysa
senden mutlu adam yok Akhilleus,
Ne
geçmişte vardı senden mutlu, ne gelecekte olacak:
Biz
Argoslular sayardık seni sağlığında bir tanrı gibi,
Burada,
ölüler arasında da, sürdürmedesin gücünü,
Hiç
üzülme, tasalanma Akhilleus öldün diye.”
Ben
böyle dedim, o da hemen karşılık verdi, dedi ki:
“Ballandırma
bana ölümü şanlı Odysseus,
Bütün
geçmiş göçmüş ölülere kral olacağıma
El
kapısında kulluk edeydim keşke,
Varlıksız,
yoksul bir çiftçinin yanında ırgat olaydım…” (Sayfa 200)
O dönemlerde böyle bir
konuşmanın değeri muhtemelen paha biçilemezdi. Gerçekten felsefenin, düşüncenin
bile hâsıl olmadığı bir zamanda günümüz diline yakın bir düşüncenin ağızdan
çıkması takdire şayandır.
Yukarıda sözünü ettiğim
hapşırma sahnesini günümüzde yaşadığımı söylemek isterim. Bir meclis kurup
oturduğumuzda; bir kişi bir bilgi sunar ya da bir şeyi talep ederken başka
birinin hapşırması bu istenilen şeyin olacağına kanıt olarak belleklerimize
kazınmıştır. Odysseia da ise bu durum aynı bu şekilde işlenmiş ve sanırım bu
batılı bize miras bırakmıştır.
Eserin konusu Troya Savaşı’nın
kaderini belirlemiş olan İthake Kralı Odysseus’un savaştan sonra askerleriyle
birlikte baba toprağına dönüşünün çileli yolculuğunu anlatır. Yine mit
karakteri ile karşılaşmaktayız. Poseidon ve Athena başı çekmektedir kurgu
içerisinde, bunların dışında Ölüler Diyarı Hades’e de gidip bir önceki eseri
olan İlyada da kalan ve anlatılmayan krallarında akıbetini sunmaktadır. Bu
eserden sonra sayısız Homerik kahraman hikâyeleri türemiştir. Bunlardan en
belirgini ise Ares ile Afrodit’in yasak aşkıdır.
“ana
baba evinden daha sıcak olmaz hiçbir yer,
el toprağının en zengin sarayında yaşasa bile” (Alıntı)
el toprağının en zengin sarayında yaşasa bile” (Alıntı)
İlyada da bulunan
benzetmelerin ve betimlemelerin bu kitapta da sürdüğünü görmekteyiz. Belki de
kitabı en güzel kılan yanlardan birisi de bu benzetmelerdir. Örnek verecek
olursak eğer;
“Hemen
tokmağın kayışını çözüp anahtarı soktu
Ve
kapının sürmelerini oynatıp itti öne doğru,
‘Nasıl
böğürürse çayırda otlayan bir boğa,
Güzel
kapı da, anahtar dokunur dokunmaz böyle böğürdü’
Ve
kapının kanatları birde açıldı önünde hızla” (Sayfa 356)
Diğer bir örnek;
“Taliplerin
cansız gövdeleri arasında buldu Odysseus’u,
Kana
çamura bulanmış bir arslana benziyordu,
‘bir
sığırı parçalayıp da ağıldan çıkar hani,
her
iki yandan yanakları ve tekmil göğsü
bulanmıştır
kanlara, korkunçtur görünüşü.’
Öyle
kanlar içindeydi elleri ayakları Odysseus’un.” (Sayfa 381)
Bu iki örnek sadece sayısız
muazzam benzetmelerdendi. Eser içerisinde bunların çokça serpiştirilmiş olması
konuyu hem daha iyi anlamaya hem de sahneyi akılda çok iyi kurgulamaya
sebebiyet vermektedir. Ozanın büyüklüğünün birer kanıtları niteliğindedir.
Her iki eserinde muazzamlığı
ortada. Her ne kadar anonim olmaya meyilli olsa da eserler yazandan ziyade
içerinin mükemmelliği ve okurunu sıkmadan içine çekmesi yazarı günümüze
taşımaktadır. Sayısız esere konu olması, ustaların elinde mozaik ya da dönem
kaplarına işlenmesi, tablolarda betimlenmesi, heykeller ile sunulması kitabın
sürekliliğini, devamlılığını günümüze taşımıştır. Modern batı kültürünün bir
nevi oluşturan temelidir.
Kitabım Türkiye İş Bankası
Kültür Yayınları’ndan, çevirisi yerinde ve kusursuz. 43 sayfalık bir önsüz ile
başlayıp, bölümler halinde Odysseia masalına dalış yapıyor. Masal bittikten
sonra “ekler” adı altında eserde geçen isimleri, yerleri ve başlıca çevirileri
konu eden kısa bir yazım vardır. Sayfa kalitesi yerinde ve rahatsız etmeyecek
bir şekilde dizgilenmiş. İlyada’nın ardılı bir kurgu olması sebebiyle ve
tahminimce onu okuyanların bu kitaba başladığını varsaydıkları için sayfa altı
çevirmen açıklamalarına gerek duymamışlardır. Güzel bir okuma için ilk önce
İlyada okunmalı ve arkasından bu esere devam edilmelidir.
“Babası
gidince evde yalnız kalan oğul
çok acılar çeker, çok acılar...” (Alıntı)
çok acılar çeker, çok acılar...” (Alıntı)
Sözün özü; gerçekten mükemmel
ötesinde bir eser. Yeri geldiğinde İlyada’dan çok daha fazla keyif aldığım
bölümlerle karşılaştım. Harika bir yazım dili ve çok mükemmel bir kurgu. Kesinlikle
okunulası ve tavsiye edilesidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder