1749 yılının yaz ayında doğan Goethe elbet eksiğini tamamlayıp, mevsimine riayet ederek 83 yılını doldurarak 1832 yılının ilkbahar ayında hayata veda eder. Frankfurt’ta varlıklı bir ailede hayata gözlerini açan deha, otobiyografisi olan Yaşamımda Şiir ve Hakikat’te akademik yanını babasından, yaratıcılığını ise annesinden aldığını söyler.
“Babamdan dış görünüşümü ve
Hayatı ciddi sürdürmeyi,
Anacığımdan da şen tabiatımı
Ve hayal kurma zevkimi aldım.”
Fiziki görünümü göze hitap eden,
güzel bir ses tonuna sahip, ses tonunu kullanma ustalığıyla karşısındaki
insanlarda etki yaratan şair ruhlu, ilim ve sanat ustasıdır. İngilizce,
Fransızca, İbranca, Latince ve İtalyanca genç yaşta öğrendiği dillerdir ve
anadili gibi rahatlıkla kullanabildiği görülmektedir. Ayrıca annesinden dolayı
Homeros’u kendi orijinal dilinde okuyabilecek kadar Antik Yunanca’ya hâkimdir.
Daha onlu yaşlarındayken hem dini unsurlara hem de doğu edebiyatına merak
salmış, Binbir Gece Masalları ve şair Hafız şiirleriyle tanışmıştır.
Yine Yaşamımdan Şiir ve Hakikat
adlı otobiyografisinden anlaşıldığı üzere çocuk denecek yaşta savaşla içiçedir.
Yedi Yıl Savaşları’nda Fransa’nın Frankfurt’u işgal etmesiyle Goethe’nin evi
Fransız subaylarına karargâh olmuştur. Goethe burada da boş durmaz ve gelişimi
için gerekli olan şeyleri olağanca hızıyla öğrenmeye başlar. Sanata düşkün
Fransız subaylarının yönlendirmesiyle tiyatro ve resim sanatlarıyla tanışıp
yakınlaşması bu zamana denk düşer.
Bir dostuna; “Eşyaya elimizden geldiği kadar iyi bakmalıyız, öyle ki bize bir şey
kazandırmayan gün geçmesin,” der.
Babasının tavsiyesi üzerine
Leipzig’de hukuk öğrenimine başlar, ufaktan edebiyata giriş yapar ve resim
sanatına düşkünlüğü olduğu için akademi öğretmenlerinden resim sanatının
inceliklerini öğrenir. Düğün öncesi evlenecek kişilere şiirsel düğün kartları
hazırlar ve bunları para karşılığında yeni gelin ya da damatlara sunardı. İlk
aşkı da bu döneme denk gelir. Kätchen Schönkopf’a âşık olur ve şiirlerinde onun
izi görülmeye başlar. Bütün ilişkilerinin şiirlerle sanatsal bir örgü halini
alması “yaşantı edebiyatı” halini almış ve bu hal Goethe ile bütünleşmiştir.
Herder’le tanışması Goethe’nin
ilk dönüm noktalarından biridir. Kır gezilerinde Frederike Brion’la tanışması
ve onu görmek için saatlerce at sürmesi yeni bir aşkın başlamasına, duyguların
derinleşmesine sebep olmuştur. Bu döneme denk gelen Shakespeare tanışıklığı
dehada yeni akımların kapısını aralar. İlk tiyatro eseri kendini gösterir.
Urfaust artık dehaya göz kırpmaktadır.
Charlotte’ye âşık olması ve bir
intihar olayı olan, kayıtlara Werther ismiyle düşen eylem, Goethe’de derin bir
üzüntüye yol açar. Bu üzüntünün sonunda ise Avrupa başta olmak üzere birçok
ülkede Genç Werther’in Acıları okunmaya başlar. Öyle bir etki yaratır ki bu
monolog mektup, Charlotte’u simgeleyen desenler işlenir fincanlara, intihar
eylemlerinde Werther tarzı intiharlar görülür.
26 yaşındayken 33 yaşındaki Frau
von Stein ile tanışır. Bu büyülü beraberliğin Goethe üzerindeki etkisi artık
gençliğinde duruluğa, duraksamaya sebep olmuştur. İtalya Seyahati’nin baş
mimarı Stein’dir. O duyguyla kitabını doldurmuş ve yaptığı İtalya seyahati ile
de zaten gören gözleri yeniliğe ve keşfe daha da açılmıştır.
“Roma’ya ayak bastığım gün, tam bir yeniden doğuş.”
“Bu çeşitli farklı şekillerin nerede birbirinden ayrıldığını
araştırmaya çalıştım. Ve gördüm ki bunlar birbirinden farklı olmaktan ziyade
birbirine benzerlik gösteriyor. Ve botanik terminolojime bakınca bu mümkün, ama
işe yaramıyor. İlerlememe yardımcı olmayıp beni huzursuz etti. O iyi edebi
niyetim bozulmuştu. Alkimus’un Bahçesi yok olmuş, bir dünya bahçesi açılmıştı.
Biz yeni nesil niye böyle dağınığız, niye ulaşamayacağımız, yerine
getiremeyeceğimiz şeylere hevesleniyoruz!”
“Ben, kelimeler peşindeyken gözlerimin önünde resimler dikilip kalıyor:
Verimli ülke, açık deniz, rayihalı adalar, tüten dağ! Bütün bunları nasıl
aktarabilirim bilmiyorum.
Ancak burada kavrıyorsunuz; tarlayı işlemeyi insan nasıl akıl etmiş!
Tarlanın her şeyi verdiği, yılda üç hatta beş kez ürün alınabilen bu yerde. En
iyi yıllarda aynı tarladan üç kez mısır toplanırmış.
Çok gördüm, daha da çok düşündüm; dünya, kapılarını açtıkça açıyor.
Eskiden beri bildiğim her şey üstelik ancak şimdi kendimin oluyor. İnsan nasıl
da erkenden bilen ama geç uygulayan bir yaratık!”
İtalya Seyahati notlarından
anladığımız yegâne gerçek, deha için bu seyahat tam bir eğitim, tamamlanma
olmuştur. Artık Almanya Klasisizminin kollarındadır ve Alman Edebiyatı için bu
bir başlangıçtır. Kendine zıt olan Schiller’le tanışması da bu döneme denk
gelir. Almanya’da birçok kişinin yadırgadığı Christiane Vulpius ile nikâhsız
beraberliği de artık başlamıştır.
Eserlerinin ana teması yaşama
sevinci ve mutluluk gibi duygu durumlarıdır. Okuruna heyecanları
küçümsenmeyecek kipler sunar. Bu heyecanların buluştuğu en derin karakter
Mephistopheles’tir. Ayrıca mimari halkında eserleri de mevcuttur.
Dünya edebiyatına yön verecek
tespitleri ve bu kavramı ortaya atandır. Herkesin okuyacağı dünya klasiklerinin
diğer milletlere faydalar sağlayacağını her fırsatta dile getirmiştir. Dünya
insanı olma tutumundan asla ödün vermemiş, eserlerinin okuyucusu bulacağına
gönülden inanmıştır. Yaşamının Son Yıllarında Goethe ile Konuşmalar adlı
Eckermann’ın dikte ettiği kitapta Goethe’nin ağzından çıkan edebiyat hakkında
bolca tespitler yer almaktadır. Önemli ve kalıcı olan eserdir, şöhret değil
demesi edebi kişiliğe bir vurgudur. Bu söz Goethe’yi bilgelikten yaratıcılığa
geçirir, Almanların gözünde tanrısaldır.
“Bütün kültürsüz insanların ilgisi konuyla çekilir, işlenişiyle değil!”
“Konuyu herkes önünde hazır görür, özü ancak ona bir şeyler katabilen
bulur, biçim ise çoğunluk için bir sırdır.”
Sanat sanat için yapılmalıdır,
özünde sanat olan ebedi değerinden bir şey kaybetmez. Yaşamının Son Yıllarında
Goethe ile Konuşmalar‘ın edebiyatçının edebiyat yapmasını başka bir şeyle
kalemini yönetmemesini söyler.
“Biz yeniler, şimdi Napoleon’la birlikte diyoruz ki: Politika bir
kaderdir. Ama sakın en yeni edebiyatçılarımız gibi: Politika edebiyattır ya da
politika şairlere yaraşan bir şeydir – demeye kalkmayalım!”
“O zaman özgür ruhuna, bağımsız kuşbakışına elveda demek, buna karşılık
dar kafalılık ve kör nefret maskesini başına geçirmek zorunda kalır.”
Kısacası Neşet Ertaş’ın “biz çekmediğimiz derdin türküsünü
yapmayız,” cümlesi gibidir yazım anlayışı ve her karakteri mutlaka ayna
görevi görür.
Kuzey ve güneyi, doğu ve batıyı
birbirine bağlayan deha, yine erken yaşlarda kendine uygun bir din arayışına
girişmiştir. İncil’i tam anlamıyla kavradıktan sonra, İbranice dili bilmesinden
ötürü Tevrat başta olmak üzere diğer dinler hakkında da bilgi sahibi olmak
istemiştir. Dinlere olan merakı Herder ile tanışmasından sonrasında Goethe’yi
Kuran okumaya dahi götürür. İslam’daki hoşgöreye hayran kalıp, Hz. Muhammed ve
Kuran’a Doğu Batı Divanı’nda övgüyle bahseder.
Doğu için Mevlana neyse batı için
de Goethe odur. Çağımızın Mevlana’sıdır. Dilindeki arılık, sağlamlık,
eserlerinde kullandığı akıcılık sayesinde modern Almanca’nın temelini
oluşturur. Bunun en tipik örneği Yunus Emre’dir. Goethe’nin bizdeki
karşılığıdır Yunus Emre.
Dehayı yazmakla bitiremeyeceğimiz
kesindir. Hukuk, tıp, resim, müzik, edebiyat, mimari, madencilik, renkler,
bitki bilim, jeoloji, anatomi... Yunan mitindeki Sisifos gibi sürekli bir çaba
ve çalışma içerisindedir. Ne bir bıkkınlık ne de bir usanma vardır. Ölmeden
birkaç ay evvel, evinin penceresinden batan güreşi görür ve yüceliğinden ödün
vermeden dağların arkasından batmakta olan güneşi göstermiş ve “batarken bile
büyük olduğunu,” vurgulamıştır. Son sözü ise; “Işık, az daha ışık,” olmuştur.
Faust, Goethe’nin en çok bilinen
ama en az okunan, iki bölümden oluşan tiyatro eseridir. 12111 dizeden oluşur ve
yazımı 63 yılda tamamlanmıştır. Tiyatroda oynanmak için değil, okunmak için
yazılmıştır. İçeriğindeki hikâye bir Alman efsanesini konu eder.
Faust bir hesaplaşmadır. İyi ve
kötünün, aydınlık ve karanlığın, tanrı ve şeytanın dahası bütün zıtlıkların
kitabıdır. İçeriğinde edebiyat, söz sanatı, şiir, metafizik, mitoloji,
yaratılış, felsefe gibi insanı ve insan dışı varlıkları konu eden harika bir edebiyat
örneğidir.
“Roman yol boyunca gezdirilen bir aynadır,” diyen Stendhal, romanın
bir ayna olduğunu vurgulamaktadır. Faust’ta insanın aynasıdır. İnsan aynaya
dönüp baktığında ne görüyorsa Faust’ta da o vardır. İncil’deki eksik kalan
insan hikâyesinin Tanrı eliyle değil de insan eliyle yazılmasıdır. Temelinde
eylem vardır.
Eser bir oyun ihtiyacı olduğunu
bildirerek başlar. Bu eylemin başlangıcıdır ve öyle bir oyun olmasını ister ki;
zıtlıklar havada uçuşur. Hemen arkasından göğe yükselme ile metafizik
varlıkların gökteki vuruşması başlar. Bilgeliğin yaratıcılığa döndüğü yer tam
da burasıdır.
Doktor Faust bilgin bir
kişiliktir. Bilginliği o kadar hat bir safhada durur ki bu da hayatını
sorgulamasına sebep olur. Anlam karmaşası içerisindedir. Eylem, kavram, söz
diyerek ve sonuca tatmin edilmeden var olmanın yük olduğuna inanır, ölüm ise
tek dileğidir.
Geçmişimde böyle bir sorgulamayla
bende karşılaşmıştım; “Dil, toplum, kavram, düşünce, mantık gibi kelimelerini
aklımda harmanlıyor ve acaba hangisi bir öncekine ön ayaklık etmiştir diye
yorarken kendimi “Kavram’ın” sanırım bunların en birincisidir diye düşlemekten
alıkoyamıyorum. Kavramları aşılayan ise dil ve dilin gerekliliği toplum,
toplumun oluşması düşünce ve düşünce de mantığı ileri atmaktadır. Kavram yoksa
dil yoktur, aynı şekilde kavram yoksa evrende yoktur. Sonra yeniden kafam
karışıyor ve kavramı ortaya atan düşünce nereye gitti diye tam düşünürken o da
nesi peki bu düşüncelerin doğru olduğunu sayan mantığında kavramdan önce
gelmesinin gerekliliğini görüyorum. Ancak yeniden ilk sıralamaya dönüyor ve
aydınlığın anası olan karanlığıma gömülüyorum,” diye noktalamıştım.
Mephistopheles, kötüğü isteyen,
ancak her zaman iyilik yapan bir kuvvetin parçasıdır. Faust kavramı bulmaki,
hakikati öğrenmek, yaşamın anlamı ve bilgilerin en yücesi olan her şeyi bilme
zevkine erişmek için bu işe girişmiş ve Mephistopheles anlaşma sağlamıştır.
Tıpkı Âdem’in bilge ağacının meyvesini yediğinde bilmenin ötesine geçip,
elindeki güzelliklerden uzaklaşarak sonraki her kuşağa mevruz günah olarak
bıraktığı bilmenin bedeli gibi o da ruhunu sunmuştur.
Efsanevi ayarın tam metni; “İşte
yine geldik aklımızın sınırına, bu noktada siz insanlar bilincinizi
yitiriyorsunuz. Madem sonuna kadar yürütemeyecektin bu işi, niçin işbirliği yaptın
bizimle? Hem uçmak istiyorsun, hem de başının dönmeyeceğinden emin değil misin?
Biz mi ısrar ettik sana, yoksa sen mi bize?” #Mephistopheles
“Eğer bir yerde duracak ve daha ileriye gitmeyeceksek, niçin oraya
kadar gidelim?” David Hume
Gretchen, iyiliğin ve duruluğun
ortak noktasıdır. Faust burada zevklerin en doruğundadır. Kör bir gözle,
hesapsız bir şekilde günahı olsun ya da olmasın bu genç bedende iştahını doyuma
ulaştıracaktır. Bilgi ile ten takasıdır.
“Ey cehennem, böyle bir kurban gerekmiş sana!”
Helena; güzelliğin adresidir.
Faust yetkin güzelliğe ulaşmanın ebedi doyuma ulaşmak olduğunu sanır. Güzellik
ve dehanın birleşmesidir. Zamana dur geçme ne güzelsin, diyebilmektir.
Cadı Mutfağı; Avrupalı olmanın
misyonudur. Yazar sırtından bir yükü kaldırıp burada atar. Faust ise dert
yandığı yaşlığından kurtuluşa erer ve gençliğin zirvesine konar.
İkinci bölüm eserin çığırından
çıktığı yerdir. Mekân ve zaman yoktur. Faust her çağda rahatça hareket
edebilmekte, herkese konuk olabilmektedir. Yazarın şairliğinin yanına
yaratıcılığı ve bilgiyi kattığı en muazzam yer burasıdır.
“Yunan mitolojisinin güzel konularının yerini şeytanlar, cadılar,
vampirler aldı, eski dönemlerin ulu kahramanları yerlerini dolandırıcılara,
kürek mahkûmlarına bıraktı. Böyle şeyler güzel bulunuyor şimdi! Başarılı! Ama
okuyucu bu bol baharatlı yemeği bir kez tadıp buna alıştıktan sonra, daha
çoğunu daha baharatlısını istemeye başlar. Başarılı olmak ve saygı görmek
isteyen, ama kendi yolunda gidecek kadar önemli olmayan genç bir yetenek, günün
zevkini kabullenmek zorundadır, evet korkutma ve ürkütme konusunda kendi
öncülerini aşmak zorundadır. Bu dış dünya ile ilgili etki yaratan unsurların
peşine düşüldüğünde, yeteneğin ve insanın kademe kademe oluşan kapsamlı
gelişimi ve bunun dışa vurumu üzerinde durulmamış olacaktır. Genellikle
edebiyat bu anlık yönelimden kârlı çıkacak olsa da, bu bir yeteneğin başına
gelecek en kötü şeydir.”
Eserin her bir satırında yaşamdan
ve dünyadan ayrıntılı gözlemlerin etkisi görülür. Boş yazılmış eserden ve
kurgudan ziyade dolu dolu yaşanan bir hayattan beslenerek zenginleşen ve
gördüğü her şeyi algılayan özümleyen deha edebi kişiliğini en üstlere
taşımıştır. Bunda çocukluğunda geçirdiği eğitimler, herhangi bir gravüre
saatlerce bakıp, ondan manalar çıkarması. Yapıların muazzam güzelliğinde
hayallere dalıp, kendi düşlerinde yeniden doğması ve arkadaş çevresinin genç
şaire ilham verecek, destekleyici bir ortamı sunması ve özellikle de aşklarında
yaşadığı duygu derinliği, antik yıllara beslediği merakı sebep olmuştur.
Goethe, "fakat şu da var ki,
ben dünyayı içimde hissetmeseydim, bakan gözlerimle kör kalır, tüm
araştırmalarım ve deneyimlerim tümüyle cansız, boşuna çabalar olmaktan öteye
gidemezdi. Işık burada, tüm renkler etrafımızı sarmış; ama kendi gözlerimizdeki
ışık ve renk olmasaydı, dışımızdaki bu gibi şeyleri algılayamazdık.”
Benim Faust kitaplarım Doğu-Batı
Yayınları, Bordo Siyah Yayınları ve Öteki Yayınevi yayımlarıydı. İlk tercihim
ise Doğu Batı Yayınları’dır. Ancak kesinlikle Bordo Siyah Yayınları da azımsanmayacak
kadar güzel bir çeviri sunmaktadır. Öteki Yayınevi yayımı eh işte denecek bir
çeviriyle sadece birinci bölümü sunmaktadır.
Sözün özü; muazzam denecek
dizelerle okuyucusunu büyüleyecek bir eserdir. Ancak eserin iç dünyasını
çözebilmek çok zordur. Harika bir dünya bakışının somut bir örneğidir olan
karakterlerden neler alacağınız ise tamamen size kalmıştır.
Johann Wolfgang Von Goethe -
Faust
Johann Wolfgang Von Goethe –
Yaşamımdan Şiir ve Hakikat
Johann Wolfgang Von Goethe -
Doğu Batı Divanı
Johann Wolfgang Von Goethe -
Yarat Ey Sanatçı
Johann Peter Eckermann -
Yaşamının Son Yıllarında Goethe ile Konuşmalar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder