Sonbahar hüzün mevsimi derler ya
kim çıkardı acaba bunu… Neyi düşündü, aklına ne geldi de sonbaharı diğer
mevsimlerden ayırıp bir ayrılık havasına soktu. Seven ağaç sevilen yaprak mıydı
da hazan mevsimini yakıştırdılar sonbahara. İnsanın hayal gücünün asla sınırı
yoktur, mutluluğunu başka bir bedenin varlığına bağlayanlar elbet sevdiği
gittiğinde sonbaharda yaprak döken yaz ağaçlarına dönerler, çıplak, silik ve
yalnız. Aşığın âcizine “Ferhat” derler.
Birini hayatımıza sokmak, ilgi
duymak ihtiyaç mıdır? Hele aşk, herkes âşık olduğunu sanır ancak bunun bir
merak olduğunu bilmez. Merak aşkı tetikler, kişileri yakınlaştırır,
birbirlerine ilgi duymasını sağladığı için iletişimi kuvvetlendirir. Her aşk
aslında güzel başlar, çünkü kişiler birbirini merak eder, buna ise “ben seni
tanımak istiyorum” diyerekten meşru bir kılıf uydurur, merakları tükenene kadar
samimi, içten bir birliktelik yaşarlar. Merak bittiğinde ise arkasından ayrılık
gelir. Hepimiz farklı insan türleriyiz ve her birimizin tadı bir başkadır.
Duygu olarak, düşünce olarak hep farklı keyifler, hobiler peşinde koşarız. İşte
bu sebeple hayatımıza başka başka insanlar girer ve biz belki bir tanesiyle
hayatımızı noktalarız. Eşler arasındaki bu aşk dediğiniz şeye bir alışveriş desem
belki bana kızanlarınız olacaktır. Ancak şunu söylemek gerekir ki her
beraberlik bir alışveriştir. Kişiler kendi yalnızlıklarını karşısındaki eşine
sunar ve eşi de kendi yalnızlığını alır, aldığı yalnızlığa karşılık kişiye
sunar.
Ruhen bozulmaların en başında bu
karşı cins ilişkileri gelir. İnsanı ruhsal hasta eden en belirgin durum ise
ihtiras denen duygu durumu topluluğudur. Şehvet duyarız, para için deli oluruz,
güç için yanıp tutuşuruz ve sevişmek için kırk dereden su getiririz. Bizim için
şimdilik önemli olan “Şehvet” ve “Cinselliktir.” Bilimsel olarak diyorlar ki
haftada üç kere orgazm ile noktalanmış ilişki sağlık için gereklidir. Peki, bu
gereksinimin yaşı nedir? Kaç yaşında insan bu sağlıklı yaşam formuna
katılabilir ve seks hayatına sağlık için adım atabilir. Bilinen o ki erkekler
13-14 yaşlarında başlarlar ergenlik dönemlerine ve artık kafada bir şey vardır
ki o da cinsellik… Aşk nasıl merak ile alevleniyor ise cinsellikte merak ve
yasak olmanın sarhoşluğuyla insanın aklını başından alıyor. Haydi, şimdi
seviştirin 13-14 yaşındaki çocuklarınızı da görelim. Köhne dünyanın köhne
yaşantısına tam bir ayak uydurabilmek için hayvan olmak gerekmektedir. Bilimsel
olarak bakıldığında evet bu yaşlar cinsellik için çok uygun yaşlardır ve
kişiler dilediğince bunu yerine getirebilir. Bu seferde karşılarına yasalar,
yasaklar diye bir dünya set çıkmaktadır. Diyorlar ki çocuklar biz sizin
aklınıza, sezinize ve bütün hal kavramlarınıza güvenmiyor olduğumuz için size
18 yaşına kadar sevişme, ilişki yasağı getiriyoruz. Çünkü neden diye sorduğun
zaman ihtiras sahibiyiz ve ihtiraslarımız bizi hayvanlaştırır, biz hayvanlaşırsak
eğer ve karnımızda tok ise yapabileceğimiz yegâne durum sevişmektir.
Gelelim asıl meseleye hadi erkek
dostlarımız bu konuda çok şanslı, para karşılığında, sağlıklı ya da sağlıksız
şekillerde genelev diye tabir edilen yerlerde dünya var olduğundan beri
ihtiyaçlarını görebilmektedirler. Ya kadınlar! Erkeklerin böyle bir lükse sahip
olmaları kadınlardan daha üstün bir tür oldukları için midir? Biliyorum hepimiz
toplum önünde birer ahlak savunucularıyız ama kapalı kapılar ardında hepimiz
ahlaksızın önde gideniyiz… Lütfen istisnalar ya da ahlak savunucuları hemen
genelleme yapma diye uyarı yapmasınlar, keza ondan daha ahlaksızı yoktur.
Eserimizin derdi de tam bu
noktada başlıyor. Tolstoy’un harika bir gözlem ile kaleme aldığı eseri dönemin
çok iyi bir sosyolojik ve toplumsal sorunudur. Ustaca ve sürükleyici bir
şekilde hikâye ettiği kurgu yaşadığı dönemin çirkinliklerini gözler önüne
sermekle kalmıyor, aile denen kurumun nasıl ayaklar altına alındığının,
kişilerin “ihtiraslarının” nasıl toplumu bozduğunun, kadın-erkek her bireyin bu
ihtiraslara kapılıp nasıl hayvanlaştığını içermektedir. Tolstoy kitaplarında bu
denli toplumsal sorunlarla karşılaşmak çok olağandır, çok iyi durum analizi
yapması ve kişileri kurgularken psikolojik detaylara bu denli ustaca girmesi
beni çok mutlu ediyor. Bilimin ve sanatın nasıl toplumun ahlakını bozduğunu ise
eser içerisinde sizin keyfetmenizi, yazarın ahlak anlayışının bir bölümü olan
kurgusunu kendinizin okumasını isterim.
“Eğer hiçbir amaç yoksa, eğer yaşam, sırf yaşamış olalım diye bize
verilmiş bir şeyse yaşamanın gereği yoktur. Ve eğer öyleyse o zaman
Schopenhaur'ler, Hartmann'lar, budistler son derece haklılar. Ama eğer
yaşamanın bir amacı varsa, o zaman amaca ulaşıldığında yaşamın sona ermesi
gerektiği de ortadadır.” (Alıntı)
Günümüzde ve diğer her dönemde
evlilik bir akitti. Yukarıda bahsettiğimiz merakın devamından sonra gerçekleşen
bu akit kişileri artık daha da yakınlaştırır, kapılar arkasında ve dahi her
yerde beraber görülebilme durumunu meşrulaştırır. Merak iyice zirveye çıkar ve
artık merak uyandıracak bir şeylerin kalmadığı, iletişimin zayıfladığı,
muhabbetteki cümlelerin yalınlığı ve sadece ihtiyaca dayalı olduğu görülür. Bu
saatten sonra eşlerin birbirlerine olan ihtiyacı tükenir ve mecburen birbirlerine
maruz kalmaya başlarlar. Dünya üzerindeki çoğu evliliğin sürmesinin sebebi
eşlerin mecbur olarak evli kalmalarını öngörmektedir. Ruhsal ihtiyaç tükenmiş
olabilir, hani o aşk dediğimiz merakta bitmiş olabilir, bitmeyen tek şey
yaşayabilmek için var olan maddi güç, yani para. Bu da demek oluyor ki toplumun
çekirdeğini oluşturan ailenin temelini koruyan, bozulmasına mani olan şey
“para.” Ne acı.
Yazarın yüceliği yüzünden yazar
hakkında bilgi vermeyi es geçiyorum. Hikâyenin ise bir tren yolculuğunda
karısını öldüren bir adamın, neden böyle bir işe kalkıştığını yanında seyahat
eden bir adama anlatmasını konu etmektedir. Tolstoy’un betimlemeleri ve
psikolojik, toplumsal olarak eşleri konu alıp felsefesini konuşturduğu naçizane
bir eserdir. Kitap ismini Beethoven’in bestesi olan Kreutzer Sonata’dan
almıştır.
Kitabım Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları’ndan, çevirisi yerinde, sayfa yapısı normal ve hatasız. Kitap
hikâyesine hemen başlıyor ve sonlandıktan sonra yazarın eser yayımlandıktan
sonra yapılan eleştirilere karşılık olarak kaleme aldığı harika bir sonsöz ile
bitiyor.
“İnsanlar çocuklarını hayvanların yavrularını yetiştirdikleri gibi
yetiştirmemeli, onları yetiştirirken güzel, tombul bir beden dışında
kendilerine başka amaçlar edinmelidirler." (Sonsöz’den)
Sözün özü; benim için harika diye
tanımlayabileceğim bir eserdi. Hem hikâye türünde olması, sosyolojiyi,
psikolojiyi ustaca işlemiş ve felsefe yanlarını eksik tutmadığı için tavsiye
edilesi ve okunulasıdır.
Sevgi ile kalın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder