25 Temmuz 2019 Perşembe

Frédéric Gros - Yürümenin Felsefesi - Kitap İncelemesi - Felsefe - Düşünce


Hepimiz her sabah ev dediğimiz bir prizmadan çıkar, gitmek istediğimiz yere ulaşmak için kare, dikdörtgen başka bir prizmaya biner ve başka iş dediğimiz bir prizmaya ulaşmaya çalışırız. Bilinçli ya da istemeyerek koşullandırılmışızdır artık günlük iş ritüellerini yerine getirmek için. Sabah erken kalktığımız için yüzümüz asık ve donuktur, akşam eve dönerken argın ve yılgınızdır. Daha iyi yaşayabilmek için daha çok kazanmaya çalışırız, ama asla yeteri kadar kazanamaz ve ileri ki dönemlerin hayallerini kurarız. Lakin döndüğümüz yer yine bir prizmadır. 21. yüzyıl insanı geleceğin kâhinidir, neden mi? 30 yaşındaki memura 40 yaşında ne yapıyor olabileceğini söyleyebilirim. Çünkü o kadar monoton bir hayatın bireyleriz.

“...kişinin tecrübe edeceği şey nihayetinde hep kendidir. #Nietzsche” (Alıntı)

Köyden şehre gelmek bir kurtuluş olarak görünen bir dönemde şehirden köye dönmenin imkânsızlığını tadan birçok birey vardır.  
Şehirleşmenin de hızla ilerlemesi, toplu taşımaların artışı, ticari taksilerin çoğalması ve hepimizin yıllarını vererek aldığımız son model arabaları ayaklarımızın değerini öldürmekten başka bir şeye yaramamaktadır. 15-20 sene evvel bir toplu taşıma aracına binmek için yürünen 20 dakikalık mesafelerimiz 1 dakikaya indirgenmiştir. Sözde hizmet olan bu belediyecilik tutumu aslında kendi uyruğuna yapılmış zulümdür. Aceleci hallerimiz sadece bir koşuşturma sürekliliği yaratmaktadır. İşe yetiş, otobüse yetiş, yemeğe yetiş, eve yetiş derken düşünmek için bize bırakılan zaman hiç olmadığı kadar azalmış ve bu ulaşım yakınlığı sayesinde ise kökten silinmiştir.

En son ne zaman yumuşak bir toprağa ayak bastığınızı hatırlayın, oradaki dinginliği, huzuru ve hiçliği düşünün. Nasılda bu sensin değil mi? Uzunca bir ufuğa gözlerini dikmiş, ağır adımlarla ilerliyorsun ve ruhun hiç olamayacak kadar iyi durumda ve senden birkaç adım önde ilerliyor. Salt düşünme ve bir meditasyondur yürümek. Bunu bir de doğanın içerisinde, yeşilliklerle ve çiçeklerle beraber taçlandırırsan eğer, su sesi ve diğer hayvan titreşimlerini kulaklarınla duyar ruhunla duyumsarsan eğer aklın ve hayalin dahi alamayacağı düşüncelere gark olur benliğin. Saflığa, sadeliğe giden yolun en başında gelir adım atmak, rotasız yürümek ve aklın görevini ayaklara bırakmak. Değişimin, başarının, kazanmanın ilk şartıdır adım atmak ve sadece spor değil, araç değil evrensel ve mistik bir düşünmeye bedeni hazırlamaktır.

“Günün geri kalanını ormanda geçiriyor, ilk çağların resmini arayıp buluyor ve öyküsünü cesurca karalıyordum. İnsanların acınası yalanlarını yakalıyor, hiç sakınmadan insan doğasını tüm çıplaklığıyla ifşa ediyor, onu biçimsizleştiren, başkalaştıran zamanın ve olayların seyrini kovalıyor, insanın yarattığı insanla doğal insanı mukayese ederek onlara söz ve mükemmeliyetçileri içinde yer etmiş, sefaletlerinin gerçek kaynağını gösteriyordum. #Jean-JacquesRousseau” (Alıntı)

Nietzsche, Rimbaud, Rousseau, Thoreau, Nerval, Kant ve Gandi farkındalığın her zaman adım atmak olduğundan yanaydı ve her biri kendi hür iradeleriyle kendi yollarını çizdiler. Bu değerli dünya insanlarının kimisi tahta bir bacakla, bir diğeri aç sefil bir halde, diğeri hüzün dibine vurarak ve en önemlisi bütün lükslerinden feragat ederek bu felsefi durumu bir yaşam biçimi haline getirmişlerdir. Doğaya bakıp, kendilerini bulmuşlar, dağa taşa bakıp hiçliği benliklerine işlemişler ve kalabalık yürüyüşlerde bir devletin kurtuluşuna vesile olmuşlardır.

“Yaşlı uygarlığımıza karşı doğru düzgün bir bağımsız bakış açısı kazanabilmemiz için çok yol almamız gerek, yavaşça, ama hep daha yukarıya. #Nietzsche” (Alıntı)

İhtiyacın olan her şey lükstür ve yüktür. Kinik felsefesini de konunun içerisine alan Gros yaşamak için gerekli olan her şeyin kişiye yük olduğunu savunmaktadır. İhtiyaçlarımızın hepsi doğa ile bağdaşmayan insan yapımı nesnelerin olması medeni insanı ortaya çıkarmakla kalmamış, kapitalist düzeni de beraberinde getirmiştir. Sahipsiz olan doğanın her maddesi bir ticari mal olup, stoklarcasına, tekelleştirilmeye çalışılarak yok edilmektedir. Medeni insanın ahmak tavrı ve akılsız başı endüstriyel sanayinin başlamasından bu yana kapitalist düzene işçi olarak çalışmaktadır.

“Sessizlik, ekseriyetle, karşılaştığım insanlardan daha fazla şey öğretiyor bana. #HenryDavidThoreau” (Alıntı)

Ruhun bedenine sığıyorsa bu bedenin küçüklüğünden değil ruhun büyüklüğündendir. Gözlerimiz hep bir rekabet ve kendimize rakip gördüğümüz toplumlar, topluluklar içerisinde akıldan çıkmışçasına bir yaşantıyı görmektedir. Ne acı. Birçok eksiklikle çok daha güzel bir ömür sürebilecek yeteneklere sahipken, bunları elinin tersiyle itmek ise biz insanların ayıbıdır. Hırslarımız ve ihtiraslarımız böyle bir yaşamı kabul etmeyerek öncelikle ruhumuza, akabinde bedenimize nice işkenceler etmektedir. Az ile yetinmenin ve bu azlığın getirdiği huzurlanma* ile yaşam sürmek sanırım sadece çok zekilere ya da çok fakirlere özgü bir durum, biz ahmakların işi değil.

“Asıl hayvan, kötülük ve hasetten çatlayan nazik ve riyakâr medeni insandır. Asıl orman adaletsizlik ve şiddet, eşitsizlik ve sefalet dolu toplumsal dünyayla, polis gücü ve ordularıyla devletlerdir. Boğazına kadar kin, nefret, kıskançlık ve hınca batmıştır toplumsal insan.” (Alıntı)

Kitabım Kolektif Kitap Yayınları’ndan, çevirisi beklentinin üzerinde ve sayfa kalitesi olması gerektiği gibi. Kitabın başında yazar hayatı, yayınevi künyesi ve içindekiler adı alıntında bulunan sayfaları, dizgi sayesinde bir kıyıma kurban gitmiş. Bir cümle yazar hayatı için bir sayfa harcamak kitabın içeriği ile ciddi anlamda bir tezatlık yaratmaktadır. Kitabın kapak tasarımı ise gerçekten içten bir alkışı hak etmektedir. Elleri ceplerinde olan bir kişinin adım attığı ayağının uçunu vurgulayan rüzgârın sayfalar dolusu düşünceyi ardına bırakması bence iyi bir sanatsal çalışmadır. İçerik olarak çok zengin ve yerinde bir eser olduğunu söylemek istiyorum. Hiçbir yazım yanlışı ile karşılaşmadan 180 sayfa süren bir içten anlatımla devam eden eser son 8 sayfasını kaynakçaya ayırmıştır.

“Medeni insanın durumuyla vahşi insanın durumunu hiçbir peşin hükme kapılmadan mukayese edin ve elinizden geliyorsa, medeni insanın kötülüğünden, ihtiyaçlarından ve sefilliklerinden başka, acıya ve ölüme kaç yeni kapı açtığını bir araştırın. #Jean-JacquesRousseau” (Alıntı)

Sözün özü; harika bir okuma gerçekleştirdiğim kitap, beni küçüklüğümde sıradan, bayağı olan yürüyüşlerin özlemini hissetmemi sağlamakla kalmayıp, aslında yürümeyi ve doğayı nasıl özlemle, hasretle istediğimi bir şamar gibi yüzüme çarptı. Kesinlikle okunulası ve şiddetle tavsiye edilesi bir eserdir. Yazarın kendinden önceki düşünürleri ve dünya insanlarını da tek bir çatı altında toplaması, kaynaklar göstererek okuruna sunması ve özellikle samimi, içten anlatımı görülmeye değer.

Ve son olarak José Ortega y Gasset’in kaleminden düşen İnsan ve Herkes kitabından naçizane bir Nietzsche alıntısı paylaşmayı görev bilirim.
“Doğayla baş başayken kendimizi öylesine rahat ve keyifli duymamızın nedeni, doğanın bizim hakkımızda bir görüşü olmayışıdır. #Nietzsche” (Alıntı)

Sevgi ile kalın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder