Hepimiz her sabah ev dediğimiz bir
prizmadan çıkar, gitmek istediğimiz yere ulaşmak için kare, dikdörtgen başka
bir prizmaya biner ve başka iş dediğimiz bir prizmaya ulaşmaya çalışırız. Bilinçli
ya da istemeyerek koşullandırılmışızdır artık günlük iş ritüellerini yerine
getirmek için. Sabah erken kalktığımız için yüzümüz asık ve donuktur, akşam eve
dönerken argın ve yılgınızdır. Daha iyi yaşayabilmek için daha çok kazanmaya
çalışırız, ama asla yeteri kadar kazanamaz ve ileri ki dönemlerin hayallerini
kurarız. Lakin döndüğümüz yer yine bir prizmadır. 21. yüzyıl insanı geleceğin kâhinidir,
neden mi? 30 yaşındaki memura 40 yaşında ne yapıyor olabileceğini
söyleyebilirim. Çünkü o kadar monoton bir hayatın bireyleriz.
“...kişinin tecrübe edeceği şey nihayetinde hep kendidir. #Nietzsche”
(Alıntı)
Köyden şehre gelmek bir kurtuluş
olarak görünen bir dönemde şehirden köye dönmenin imkânsızlığını tadan birçok
birey vardır.
Şehirleşmenin de hızla
ilerlemesi, toplu taşımaların artışı, ticari taksilerin çoğalması ve hepimizin
yıllarını vererek aldığımız son model arabaları ayaklarımızın değerini
öldürmekten başka bir şeye yaramamaktadır. 15-20 sene evvel bir toplu taşıma
aracına binmek için yürünen 20 dakikalık mesafelerimiz 1 dakikaya
indirgenmiştir. Sözde hizmet olan bu belediyecilik tutumu aslında kendi
uyruğuna yapılmış zulümdür. Aceleci hallerimiz sadece bir koşuşturma sürekliliği
yaratmaktadır. İşe yetiş, otobüse yetiş, yemeğe yetiş, eve yetiş derken
düşünmek için bize bırakılan zaman hiç olmadığı kadar azalmış ve bu ulaşım
yakınlığı sayesinde ise kökten silinmiştir.
En son ne zaman yumuşak bir
toprağa ayak bastığınızı hatırlayın, oradaki dinginliği, huzuru ve hiçliği
düşünün. Nasılda bu sensin değil mi? Uzunca bir ufuğa gözlerini dikmiş, ağır
adımlarla ilerliyorsun ve ruhun hiç olamayacak kadar iyi durumda ve senden birkaç
adım önde ilerliyor. Salt düşünme ve bir meditasyondur yürümek. Bunu bir de
doğanın içerisinde, yeşilliklerle ve çiçeklerle beraber taçlandırırsan eğer, su
sesi ve diğer hayvan titreşimlerini kulaklarınla duyar ruhunla duyumsarsan eğer
aklın ve hayalin dahi alamayacağı düşüncelere gark olur benliğin. Saflığa,
sadeliğe giden yolun en başında gelir adım atmak, rotasız yürümek ve aklın
görevini ayaklara bırakmak. Değişimin, başarının, kazanmanın ilk şartıdır adım
atmak ve sadece spor değil, araç değil evrensel ve mistik bir düşünmeye bedeni
hazırlamaktır.
“Günün geri kalanını ormanda geçiriyor, ilk çağların resmini arayıp
buluyor ve öyküsünü cesurca karalıyordum. İnsanların acınası yalanlarını
yakalıyor, hiç sakınmadan insan doğasını tüm çıplaklığıyla ifşa ediyor, onu
biçimsizleştiren, başkalaştıran zamanın ve olayların seyrini kovalıyor, insanın
yarattığı insanla doğal insanı mukayese ederek onlara söz ve mükemmeliyetçileri
içinde yer etmiş, sefaletlerinin gerçek kaynağını gösteriyordum. #Jean-JacquesRousseau”
(Alıntı)
Nietzsche, Rimbaud, Rousseau,
Thoreau, Nerval, Kant ve Gandi farkındalığın her zaman adım atmak olduğundan
yanaydı ve her biri kendi hür iradeleriyle kendi yollarını çizdiler. Bu değerli
dünya insanlarının kimisi tahta bir bacakla, bir diğeri aç sefil bir halde,
diğeri hüzün dibine vurarak ve en önemlisi bütün lükslerinden feragat ederek bu
felsefi durumu bir yaşam biçimi haline getirmişlerdir. Doğaya bakıp,
kendilerini bulmuşlar, dağa taşa bakıp hiçliği benliklerine işlemişler ve
kalabalık yürüyüşlerde bir devletin kurtuluşuna vesile olmuşlardır.
“Yaşlı uygarlığımıza karşı doğru düzgün bir bağımsız bakış açısı
kazanabilmemiz için çok yol almamız gerek, yavaşça, ama hep daha yukarıya.
#Nietzsche” (Alıntı)
İhtiyacın olan her şey lükstür ve
yüktür. Kinik felsefesini de konunun içerisine alan Gros yaşamak için gerekli
olan her şeyin kişiye yük olduğunu savunmaktadır. İhtiyaçlarımızın hepsi doğa
ile bağdaşmayan insan yapımı nesnelerin olması medeni insanı ortaya çıkarmakla
kalmamış, kapitalist düzeni de beraberinde getirmiştir. Sahipsiz olan doğanın
her maddesi bir ticari mal olup, stoklarcasına, tekelleştirilmeye çalışılarak
yok edilmektedir. Medeni insanın ahmak tavrı ve akılsız başı endüstriyel
sanayinin başlamasından bu yana kapitalist düzene işçi olarak çalışmaktadır.
“Sessizlik, ekseriyetle, karşılaştığım insanlardan daha fazla şey
öğretiyor bana. #HenryDavidThoreau” (Alıntı)
Ruhun bedenine sığıyorsa bu
bedenin küçüklüğünden değil ruhun büyüklüğündendir. Gözlerimiz hep bir rekabet
ve kendimize rakip gördüğümüz toplumlar, topluluklar içerisinde akıldan
çıkmışçasına bir yaşantıyı görmektedir. Ne acı. Birçok eksiklikle çok daha
güzel bir ömür sürebilecek yeteneklere sahipken, bunları elinin tersiyle itmek
ise biz insanların ayıbıdır. Hırslarımız ve ihtiraslarımız böyle bir yaşamı
kabul etmeyerek öncelikle ruhumuza, akabinde bedenimize nice işkenceler
etmektedir. Az ile yetinmenin ve bu azlığın getirdiği huzurlanma* ile yaşam
sürmek sanırım sadece çok zekilere ya da çok fakirlere özgü bir durum, biz
ahmakların işi değil.
“Asıl hayvan, kötülük ve hasetten çatlayan nazik ve riyakâr medeni
insandır. Asıl orman adaletsizlik ve şiddet, eşitsizlik ve sefalet dolu
toplumsal dünyayla, polis gücü ve ordularıyla devletlerdir. Boğazına kadar kin,
nefret, kıskançlık ve hınca batmıştır toplumsal insan.” (Alıntı)
Kitabım Kolektif Kitap Yayınları’ndan,
çevirisi beklentinin üzerinde ve sayfa kalitesi olması gerektiği gibi. Kitabın
başında yazar hayatı, yayınevi künyesi ve içindekiler adı alıntında bulunan
sayfaları, dizgi sayesinde bir kıyıma kurban gitmiş. Bir cümle yazar hayatı
için bir sayfa harcamak kitabın içeriği ile ciddi anlamda bir tezatlık yaratmaktadır.
Kitabın kapak tasarımı ise gerçekten içten bir alkışı hak etmektedir. Elleri
ceplerinde olan bir kişinin adım attığı ayağının uçunu vurgulayan rüzgârın
sayfalar dolusu düşünceyi ardına bırakması bence iyi bir sanatsal çalışmadır. İçerik
olarak çok zengin ve yerinde bir eser olduğunu söylemek istiyorum. Hiçbir yazım
yanlışı ile karşılaşmadan 180 sayfa süren bir içten anlatımla devam eden eser
son 8 sayfasını kaynakçaya ayırmıştır.
“Medeni insanın durumuyla vahşi insanın durumunu hiçbir peşin hükme
kapılmadan mukayese edin ve elinizden geliyorsa, medeni insanın kötülüğünden,
ihtiyaçlarından ve sefilliklerinden başka, acıya ve ölüme kaç yeni kapı
açtığını bir araştırın. #Jean-JacquesRousseau” (Alıntı)
Sözün özü; harika bir okuma
gerçekleştirdiğim kitap, beni küçüklüğümde sıradan, bayağı olan yürüyüşlerin
özlemini hissetmemi sağlamakla kalmayıp, aslında yürümeyi ve doğayı nasıl
özlemle, hasretle istediğimi bir şamar gibi yüzüme çarptı. Kesinlikle okunulası
ve şiddetle tavsiye edilesi bir eserdir. Yazarın kendinden önceki düşünürleri
ve dünya insanlarını da tek bir çatı altında toplaması, kaynaklar göstererek
okuruna sunması ve özellikle samimi, içten anlatımı görülmeye değer.
Ve son olarak José Ortega y
Gasset’in kaleminden düşen İnsan ve Herkes kitabından naçizane bir Nietzsche
alıntısı paylaşmayı görev bilirim.
“Doğayla baş başayken kendimizi öylesine rahat ve keyifli duymamızın
nedeni, doğanın bizim hakkımızda bir görüşü olmayışıdır. #Nietzsche” (Alıntı)
Sevgi ile kalın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder