İnsanlar acı çeker ve bu çekilen
acıların ödedikleri bedeller olduğunu zannederler. Ne kadar saçma bir durum
değil mi? Başkasının hatası neden senin bedelin olsun. Aptal bir beynin
kurguladığı saçma sapan eylemler sonucu aldığın yaralar ve acılar senin bedelin
değil, kaderindir. Özel yeteneklerin yoksa, bir paratoner gibi şansı üzerinize
çekmiyorsanız kaderiniz pekte değişim göstermeyecektir. Ancak üzülmeyin, insan
hep yeniden başlayabilendir.
Şibumi güzelliğin içerisindeki
estetik, zenginliğin içerisindeki mütevazılık, kalabalığın içerisindeki
münzevilik ve iletişimin en doğal, en güçlü halidir. Hep deriz ya mutluluk
insanın içindedir ve bütün eylemlerinin içerisinde mutluluk yatar. İnsanın
umduğu ile bulduğu arasındaki durumdur mutluluk. Beklentilerinizi küçültün ve
küçülttükçe emin olun ruhunuz biraz daha dinginleşecek, huzura biraz daha
yakışıp şibumiye ulaşacaksınız. Rüyasını kontrol edebilenler ve zaman zaman
astral seyahatlere çıkabilenler ne demek istediğimi daha iyi bilirler; bizler
bir parça değil aksine bir bütünüz.
Okuduğumuz eser bir romandır ve
dünyanın 20. yüzyıl dramıdır. Keşifler neticesinde gelişen sanayi ve sanayinin
gereği olan enerji bazı kişilerin dikkatini çekmiş, bu konular üzerinde
yoğunlaşıp, bir diğer dünya insanı toprağını sömürmeye başlamıştır. Bu yaparken
de asla oburluğundan vazgeçmemiş, nice kanlar dökmüş ve dünya üzerinde tekel
olma yönünde bir politika izlemiş ve bunu başarmıştır. Elbette bu filmlere konu
olabilecek aileyi ve o dört kardeşi hepimiz tanırız, lakin atı alan Üsküdar’ı
geçti.
“Havayı ve suyu kirleten, soyan, sömüren kuruluşlar hesabına çalışan
insanlara katil derler.” (Alıntı)
Kurgunun çok iyi süzgeçlerden
geçirilmesi isminden başka bir bilgiye sahip olmadığım yazar hakkında birçok
düşünceyi de beraberinde getirmektedir. Çok iyi sentezlenen bir Japon
kültürüyle iç içeyiz. Özellikle Go oyunu, General ve Kiraz Ağaçları kısımları
muazzam birer gözlemci ruhun ortaya döktükleridir. Aynanın uç köşelerinde ise
kurgudan uzak ama kurguyla iç içe olan dönemin büyük olaylarına yer vermesi,
bunları kurguyla kesintisiz birleştirmesi okurda ayrı bir heyecan
uyandırmaktadır. Bu olayları keşfetmeyi okurun kendisine bırakmak istiyorum ve
bir bilim insanının meydana getirdiği bir kitle imha silahı olan atom
bombasından bahsetmek istiyorum. Dünyanın en derin çukuru olan Mariana Çukuru’nu
duymuşsunuzdur. Bu çukura keşfinden sonra sadece 4 kere dalış yapılabilmiş ve
en sonuncusu ise 2019 yılında gerçekleşmiştir. Ondan önceki 3 dalışta elbette
hiçbir veriye kesin olarak rastlanmamış ve kaydedilememiştir. Son dalışta ise
çukurun içerisinde çöplerin olduğu ve hala atom bombası etkileri görüldüğü
kaydedildi. Bu cümleyi yazmamın sebebi ise atom bombasını yapanın bir dahi
olduğunu bilmenizi istememdir. Bilimin çoğu zaman insanların felaketi olacağı
kanısını her fırsatta söylemem gerektiğine inanmaktayım. Bu arada yapay zekâ
Alfa Go, go şampiyonunu mağlup etmiştir. Ne acı…
“Her saat yaralar, sonuncusu öldürür.” (Alıntı)
Japonlar… Japonların dünya
üzerinde bulunan en insana yakın türler olduğunu her zaman söyleme gereği
hissediyorum. Çünkü insan olmanın hakkını çok iyi veriyorlar. Gerek asırlardır
süre gelen kültür arşivleri ve gerekse kendileri dışındaki bütün insan ve
nesnelere, doğaya olan saygıları gerçekten bin şükrana bedeldir. Bunun sebebini
ise varoluşlarından beri bir adada dış dünyaya kapalı ve kendi içlerinde
yaşamalarına bağlıyorum. Bugüne kadar bozulmadan bu şekilde gelmeleri ise benim
düşünceme göre bir mucize. 19. Yüzyılda yine Amerika sahneye çıkıp Japonları
dış dünyaya açılmaya zorlar ve başarır.
Hiçbir inanışa gebe kalmayan iyi
ahlak örneği olan insanlar tarihte kendini azda olsa göstermiştir. Özellikle
Helenistik dönemde bu tarz kişilerle karşılaşmak çok mümkündür. Marcus Atilius
Regulus Romalı bir devlet adamı ve konsüldür. Kartacalılara karşı savaşırken
esir düşer ve barış anlaşması için Roma’ya elçi olarak gönderilir. Kendi
uyruklarına bu barışı kabul ederseniz büyük bir yenilgi yaşayacağını salık
verir. Uyrukları Regulus’u dinler ve barışı reddeder. Regulus ise Kartacalılara
verdiği döneceğim geri “sözünü” işkencelere uğrayacağını bilerek tutar ve
Kartacalılara teslim olur. Aksi halde Roma’da kalıp güven içerisinde
yaşayabilirdi. Sözün değerini iyi bilen Regulus bir “sivil erdem” örneği
göstererek Kartacalılara teslim olmuştur. Büyük acılar, işkenceler sonrasında
ise ölmüştür. O dönemin insanına bakınca bir isim ölümsüzlüğü istemeleri, namın
yürüsün demeleri çok olağan bir durumdur. Bu tarz yiğitliklere çağımızda pek
tanık olmasak da Japonların bu Stao Felsefe disiplini içerisinde yaşadıklarına
canı gönülden inanmaktayım.
Son olarak ise kitap içerisinde
bolca geçen ahlak ve dostluk hakkında birkaç şey söylemek isterim…
Ahlakın olmadığı yerde adaletten
söz edilebilir miydi? Ahlaktan yoksun bireyler kendi özünden gelen soya sahip
çıkmadıktan sonra haklarına nasıl sahip çıkacaklardı? Kenetlenme önce aileden
başlamalı silsile ile bütün hanelere, komşulara ulaşmalıydı. Yetişme ve yetiştirilme
şartları bireylerin eğitim düzeyleriyle orantılı ilerlemedikçe ahlaktan yoksun
kalan biçare bedenler ya haksızlığa boyun eğerdi ya da haksızlık ederdi... Bu
hususta ahlakın eğitimden önce gelmesi kişiyi iyi insan eder, topluma yararlı
kılarken, ahlaktan yoksun bireylerin eğitimleri ise sadece kendi yararına
yönelik olmakla kalırdı. İnsan yaradılışı toplumlarla beraber ikamet etmesini
öngördüğünden ise önce ahlakın alınması ve eğitimle bunun desteklenmesi hem
toplumlar için hem de doğa için vazgeçilmez gereksinimler olmalıydı. Aksi
durumlarda bazı bireyler kendilerini alt sınıflardan kurtarıp yine alt
sınıflara eziyet etmek zorunda kalırdı. Ve dostluk; Sizin için her şeyi
yapabilecek dostlarınız muhakkak vardır. Yaptığımız yanlışların en başında yanlış
kişilere dost dediğimizden başımıza geldiğidir. Dost dostu suça teşkil etmez.
Bu dost değil suç ortağıdır. Bu ayrımları iyi bilmek ise erdem gerektirir ve
yukarıda söylediğimiz gibi erdem yoksa dostluk yoktur.
“Terbiye her zaman için merhametten de, sadakadan da, yardımdan da,
içtenlikten de daha güvenilir bir şeydi. Tıpkı hak yememenin, karşındakine eşit
şans tanımanın, adaletten önemli olması gibi. Büyük sayılan değerler, baskı
altına girdiklerinde türlü mantık oyunlarıyla çözülüverirler. Ama terbiye,
terbiyeydi. Koşullar ne olursa olsun, hiçbir zaman değişmezdi.” (Alıntı)
“Aptal bir dost, akıllı bir düşmandan daha tehlikelidir.” (Alıntı)
Yukarıda okuduğunuz paragraflar
yardımıyla az çok kitabın yönünü kestirmişsinizdir. İnsan ve doğanın ayrılmaz bütünlüğünü,
doğa karşısındaki acizliğimizi ve bilginin kölesi olduğumuzu da söylemek
isterim. Çok sevdiğim bir cümle vardır: “söz ağızdan çıkana kadar o senin
esirin, ağızdan çıktıktan sonra sen onun esirisindir.” Her şeyin kazananları
bellidir. Ne kadar güçlü olursanız olun zamanı, hayatı ve doğayı alt
edemezsiniz. Bu söylemlerimde Nikko’nun –ana karakter- biraz abartılı yönlerine
bir atıf olsun.
Yazarın harika dili, yazım tarzı,
üslubu, betimlemeleri ve özellikle karakterlerden Le Cagot’un mizacına hayran
kaldım. Mükemmel ötesinde bir düşünme sürecinin ardından, kısa bir konuşmayla
okurunu kahkahalarla boğması iki karakteri de dost edinmenize olanak sağlıyor.
Benim için biraz polisiye, biraz felsefe, biraz yakın tarih ve doğa konularını
barındıran naçizane bir içerikti.
“Amerikalılar hayat standardını, yaşamın kalitesiyle karıştırıyorlardı.
Fırsat eşitliğini örgütlenmiş beceriksizler ordusuyla, ataklığı cesaretle,
sertliği erkeklikle, özgürlüğü serbestlikle, çok laf etmeyi canlılıkla, eğlenceyi
zevkle karıştırdıkları gibi. Bütün bu karışıklıkların sonucu olarak da tabii
adaletin yanlızca eşit olanlar arasında eşitlik sağlayacağı gerçeğini
göremiyor, herkes arasında eşitlik sağlayabileceği hayaline kapılıyorlardı.”
(Alıntı)
Kitabım E Yayınları 1981
tarihinde yayımlanmış ilk baskısıydı. Toplamda 512 sayfadan ve 7 bölümden
oluşmaktadır. Kitap içerisinde ülkemiz için sansür uygulanacak hiçbir kavram ve
kargaşa yoktur. Bu sebeple sansürlü içerik var diye bu naçizane kitabı
okumaktan geri durmayın. Sadece birkaç sayfada yazar okurların yazılanları
uygulamak isteyip tehlike düşmemesi için uyarıları mevcuttur. Bu kavramlar ise
Jilet Masajı, Çıplak Elle Dövüş Sanatı ve Seks Durumlarıdır. Yani anlayacağınız
birinci baskıda da bu teknikler hakkında bilgi vermemektedir.
Sözün özü; benim için harika bir
deneyimdi. Heyecan verici bir kurgu ve sürükleyici karakterler kitabı elinizden
bırakmaya imkân vermiyor. Kesinlikle okunulası ve şiddetle tavsiye edilesidir.
Sevgi ile kalın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder