Uyku böyle güzelken kim bilir
ölüm nasıldır? Hiç düşlediniz mi ölümünüzü ya da sizsiz bir dünyanın da var
olabileceği gerçeği ile yüzleştiniz mi? Zamana hüküm eden Kronos dahi –
Kronoloji ismi bu titandan türemiştir. – bu kavrama yenik düşmüştür. Ömrümüzü
geçmişten bu güne koyacak olursak ve zaman bir okyanus ise bizim yaşam süremiz
bir damla kadar hacim edebilir mi bunu düşlemek gerekmektedir.
Roma’da MÖ 106 tarihinde doğan
hitabet ustası, şair bakışlı siyaset adamı. MÖ 75’te questor, MÖ 69’da aedilis,
MÖ 66’da pretor ve MÖ 63’te ise consul olmuştur. Hatta dönemin saygın kişisi
tarafından “pater patriae” – devletin babası- unvanını almıştır. Bunların
hepsini ise kendi tırnaklarıyla kazıya kazıya yapmış ve Roma’da kendi döneminin
en önemli şahsiyetlerinden bir tanesi olmuştur. Atlı sınıftan olduğu için Roma
tarihinde bir ilk olarak consul seçilmiştir. Küçüklüğünde Yunancayı öğrenmiş ve
hocası Yunan Hatip Apollonius Molon tarafından – hocası aynı zamanda Jul
Sezar’ın da hocasıdır – “Sana büyük bir hayranlık duyuyorum Cicero ve tebrik
ediyorum, ancak Yunanlar için üzülüyorum. Şimdiye kadar elimizde kalan tek
sermaye eğitim ve söz hâkimiyetiydi. Ne yazık ki artık senin sayende bunlar
Romalıların elinde geçecek.” diye küçük yaşında övgüye mazhar oldu. Bu söylem
ise Cicero’nun dil becerisinin ve ne kadar iyi bir hatip olduğunun bir
göstergesidir. Cicero bir filozof değildir ancak çok iyi bir gözlemci ve harika
bir düşünürdür. Amacı ulusu olan Roma’ya Yunan felsefesini tanıtmak, kendi
diline çevirmek ve kendi dilinde bir şeyler vermek isteyişi milliyetçi
kişiliğini öne çıkarmaktadır.
“Bu yaşam aslında ölümdür, seçme şansım olsaydı bu yaşamın yasını
tutardım.” (Alıntı)
Ölüm her canlıya göre aynı
durumdur. Bedenin bütün yaşamsal fonksiyonlarının durulmasıyla oluşan bu durum
bir “son” mudur? Eserimizde işte burada konuya giriyor ve bu konuda kendinden
önce gelen bütün filozofları ve öğretilerini irdeleyip “ölüm bir son mudur?”
sorusuna cevap aramaktadır. Bu yaparken de varoluşu irdelemek, oluşumu
tamamlamak gerekmektedir. Diğer Cicero eserlerinde karşılaştığımız Platonvari
diyalog yazımın burada da sürdüğü görmekteyiz. Eser A ve M kişilerinin soru ve
soruyu cevaplamasından yani A kişisinin sorusuna karşılık M kişisinin verdiği
cevaba göre ilerleyiş sürdürülmektedir. Ancak diyalog M kişisine geçince diyalogdan
çıkıp monolog bir hal almaktadır. Sokrates bu tarz diyaloglara yani soru cevap
yazımına kişide saklı olan bilgiyi cevap vererek dışarı çıkarma adını
takmıştır. Platon ise bunu geliştirerek diyalog halini almasını sağlamıştır.
Aristoteles bu tarza teknik katmış Platon ve Cicero’dan farklı bir yol
izlemiştir. Seneca ise her ikisinden farklı bir yol izlemiş ve diyaloglarına
kurgu katmıştır. Aslında bu tarz günümüz romanlarına çok iyi bir önayak
olmuştur demekte çokça muhtemeldir.
Yaşam ve diğer her şey ateş, su,
toprak ve hava karmasından meydana gelmiştir. Ancak Aristoteles’in dediği bir
şey daha vardır beşinci olarak… Bunu ise ruh olarak tanımlamak mümkündür. Çünkü
ruh ne toprak gibi, ne ateş gibi ne de diğer hava ve su gibi bir şeyden meydana
gelemeyecek bir şeydir. Kimi filozof bu ruha ve nerede olduğuna kafa yorarken;
kimileri akıl ruhtur ve ruhta kafada bulunur demiştir. Bir takım filozoflar ruh
kalptir ve kalpte bulunur demişlerdir ki en yakını ise ruh nefestir, göğüs kafesinde
bulunur. Ancak hepsinin ortak bir fikri vardır ki ruh tanrısal, doğaüstü bir
oluşumdur.
“Beğenilme sanatları besleyip büyütür, herkes ün arayışıyla yanıp
tutuşur ve insanların nazarında eleştiri konusu olan şeyler hep ihmal edilir.”
(Alıntı)
Peki ya beden öldüğünde ruhun ne
olacağı hakkında bir fikri olan var mı? Kimi düşünür bedenle beraber ruhunda
öldüğünü söylemiştir. Kimi ise beden öldükten bir müddet sonra ruhunda
öldüğünden bahsetmiştir ve birçoğu da ruhun ölümsüz olduğuna dem vurmuş, bunu
savunmuş, bunun üzerine sayfalarca kitaplar yazmışlardır. Ruhun ölümsüz oluşuna
en yakın düşünürün ise ölüme gülerek giden Sokrates’ten başkası olması
garipsenecek bir durumdur. Böyle rahat bir şekilde ölüme giden bir insanın ya
aklından zoru vardır ya da ölümden sonra olacaklara inanmasından kaynaklanacak
bir düşünce onu rahatlatmıştır. Bu da demek olur ki Tanrısal Platon’un hocası
ruhun ölümsüzlüğüne inanıyordu. Böyle bir varsayım ortaya atmak haklı bir
sebeptir ve ölümden korkmayanların ölümün sonrası hakkında inandıkları
gerçeklerin etkin olduğunu söylemek çok doğrudur.
Canlılar içerisinde sonunu bilen
tek varlık insandır ve sonunu bile bile yaşama tutunur. Bir spoiler vermek
istiyorum; hepimiz öleceğiz…
Konu ölüm olunca aslında
yazılacak çokça şey vardır ancak düşüncelerimin sizi etkileyip kitaptan
alacağınız kendi salt düşüncelerinizin etkilenmesini istemiyorum. Okurken ya da
okuduktan sonra kafa yorup kendi düşüncelerinizle daha iyi bir düşünce kritiği
yaratıp çok daha iyi şeyler düşleyebilir ve hayatınıza adapte edebilirsiniz. Bu
sebeple kısa kesmeyi bir görev olarak öngörüyorum.
“İnsan zihnine gelince, tanrıyı görmediğin ama tanrının eserlerinden
yola çıkarak onun varlığını kabul ettiğin gibi, aynı şekilde her ne kadar insan
zihnini görmesen de olayların anımsanmasından, nesnelerin icat edilmesinden,
hareketlerin hızından, erdemin tüm güzelliklerinden zihnin gücünün tanrısal
olduğunu kabul edeceksin.” (Alıntı)
Kitabım Doğubatı Yayınları’ndan
ve çevirisi muazzam. Diyalog şeklinde okurlarına sunulmuş naçizane bir eserdir.
Kitap içerisindeki dizinde 100 üzeri ünlü düşünür, komutan ya da dünya insanı
ismi geçmektedir. Diyologta bulunan M kişisi Marcus Tullius Cicero’dur desek
hata etmemiş oluruz. Kısa olmasına rağmen sayfalar dolusu kitap yazımlarına
kafa tutabilecek bir akademik çalışmadır. Sayfa kalitesi yerinde ve sayfa sonu
açıklamalarıyla okurunu sürekli aydınlatıp, bilgilendirmektedir.
Sözü özü; kitap akademik eserlere
kafa tutacak kadar yerinde konuları ele almakla kalmayıp, daha fazlasını dahi
okuruna verebilecek kapasitededir. Bu sebeple kitap şiddetle okunulası ve
tavsiye edilesidir. Kendi düşünce yapınıza ve belleğinize yeni düşünceler
katmak istiyorsanız kitap tam size göredir.
Sevgi ile kalın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder