Hava sıcaklığı öğlen 30 dereceyi buldu, klima desen o da lanet olası 
elektrik olmadan çalışmıyor, ölüm sessizliği adeta ortamın her yerinde, 
damlıyor ter damlaları tenimizden, ama çıt yok. Saatler biraz akşamı 
gösterdiğinde güneşin kanaması tükenmek üzere kızıllığını vuruyor 
karşımızda duran evlerin tepelerine.
İlk paragraftan sonra inanın
 ki bir yaşım daha bitti. İlk vakitler senelerin geçmediğine hepimiz 
şahit olmadık mı? Bir türlü gelmeyen 18 yaşı hep beraber bekledik, 
sonunda ise hiçte beklediğimiz gibi gelmedi. 25 yaşına kadar birer birer
 geçen seneler emin olun şimdi üçer beşer geçmektedir. Zamanı tutup da 
depolamamız imkânsız ve yine imkânsız ki geriye dönüp aynı zamanı 
yeniden yaşamak.
Şimdi ise bu etkinlik için bir şeyler yazmak 
istiyorum, bunu gerçekten çok istiyorum ama ne yana çevirsem kafamı 
karalayacak bir şey bulamıyorum. İnsanın birde yazması gereken saati 
olmalı, bu saatler, anlar dışında kesilmiş süte dönüyor, bozuk, verimsiz
 ve hatalı. Aslında yazdıklarımla dokunmak istiyorum kalplerinize, 
paylaşmanın salt mutluluğunda birleyip güzel tatlar bırakmak istiyorum 
dimağınızda; tabi bunu becerebilirsem.
Oda içerisinde pek bir 
eşyanın olmayışı yalnızlığımı çok daha hissediliyor kılıyor. Yalnız 
kalmak isteyişim aslında kendi bilincim doğrultusunda yapılmış eylemler 
bütünü olduğunu inkâr edemem. Mutlu yalnızlık yaşıyorum demiştim bir 
keresinde ve cevap olarak kendini kandırıyorsun ile karşılaştım. Belki 
de deyip konuyu kapatmak istedim, lakin bunda da başarılı olmadım. Evet 
mutsuzdum. Bir kitapta okuduğum bir cümle sürekli dolaşıyordu beynimde 
ve defalarca bana diyordu ki; “İnsan ölmeden çok önce yaşar ölümlülüğün 
evrelerini.” Bu sebeple arka bahçemde kazdığım mezarımı komşularıma 
haklı sebeplerle gösterebilirim. Belki de hiç söylememek en iyisi. Yine 
her zaman yaptığım gibi evrende hacim küçültme olayına girip, 
zayıflıyor, yemiyor ve içmiyorum. 
Bu düşünceler ile yoğrulurken 
tinsel yanlarım, oda içerisinde bir şimşek patlarcasına birden yanan 
ampul ayırıyor beni düşüncelerimden. Kafamı kaldırdığımda artı ve 
eksinin ampul fitilini kızdırdığına şahit oluyorum. Benzer her zaman 
benzerini çeker de karşıtıyla karşılaşınca nasıl yok olur her şey. Ve 
yine aniden kesilen elektrik ampul fitilinin usulca kızarıklığını 
dindiriyor, kızıl renk iyice solup tükeniyor. Karanlığa karışıyor en 
sonunda, orada olduğunu bilsem de yiten her şeyin bittiğine şahitlik 
ediyorum kendimce.
Ellerimle yokluyorum bedenimi, kendimin 
varlığına kani olduğumda biraz olsun topluyorum düşüncelerimi. Karanlığa
 alışmamış gözlerimi kısıp gecenin gözlerimi evrimleştirip 
gözbebeklerimin büyümesini bekledikçe içten bir heyecan duyuyorum. Soğuk
 odadan, bu soğuk ve yalnızlıktan kırılmış sandalyeden, geri kalmış 
bütün eşyaların çığlıklarına kulaklarımı kapatıp kalkıyorum ayağa. 
Yürüdükçe ayaklarım altında can veren seslere şahit oluyorum. Bir göz 
peşim sıra izliyor beni, bunu biliyorum. Bildikçe ve ispatlayamadıkça 
korku iyice sarıyor bedenimi. Giriyorum kendi kazdığım mezarıma her gece
 ve her gece ben defalarca ölüp yeniden diriliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder