10 Nisan 2020 Cuma

Umudun bittiği yerde, “yoldayım.” - Kendi Kaleminden Amatör Hikayeler

Bugün her zamankinden daha farklı, uyanmadım. Dünüm ya da bir önceki günüm nasılsa o monotonlukla çıktım yataktan. Ne bir eksik bir fazla. Yer soğuktu, çıplak ayakla daha hissedilir oluyormuş, birde beden yeni yataktan kendini çıkarınca, bütün vücuda bir titreme, bir kendini soğuğa alıştırma süreciyle boğuşuyor. Olsun, alışıyoruz sonra her şeye alıştığımız gibi. Öncesi esrik bir kahvaltı, ötesi ise daha satın alınamamış bir yevmiyenin sabahı, güneş mi? Daha doğdu diyemem, ama doğmadı da sayılmazdı.

Koştum pencereye, bir adam, yine yol boyunca aşağıya doğru seyirterek ilerliyordu, dün gibi. Güne başlamak isteyen güneşin kızıllığını önüne siper etmiş, gölgesini caddeye sermiş, kafası omuzları arasında elleri cebinde solundaki sokağa girip, kayboldu. Her sabah aynı sahneyle karşılaşmak hayatımın monoton gidişatını güçlendirmekten öteye geçmiyordu. Ya da ben değişim için kendi başıma yenilikler çıkaracak kadar cesaretli değildim. Öyle kaç dakika daha pencere önünde kaldım bilmiyorum ama kendime geldiğimde dışarısı gözükmüyordu. Bir cam kaç nefesle saydamlığını yitirirdi ki? Cama son bir hoh daha yaparak ayrıldım pencereden.


Geceden kalan ev soğukluğu güneşin yardımıyla ılımaya başlıyor ve eşyalar genleşerek çıtırdayıp ben koşuşturdukça dört taraftan günaydınlarını savuruyordu. En çok yerdeki parkeden gelen sesi seviyordum. Onun tınısı sanki bütün ezilmişlerin, ezik kalmışların sitemi gibiydi. Hepsi güne başlarken oh diyor, sadece parke ah diye varlığını belli ediyordu. Her eşyada mukavemet vardır, sahibine ses verir. Dönüp son kez arkamda kalan kalabalığa bakarak “görüşürüz,” deyip kendimi sokağa attım.

Sokakta her zamanki gibi yine yalnız değildim. Ben, karamsarlığım, cesaretsizliğim ve korkaklığım içerimizden bağırarak konuşuyor ama kimseyi rahatsız etmeden yürümeye devam ediyorduk. Karamsarlığım birden bana “demek bu sabah umudun var,” diye bir cümle uzattı. Bunu duyan korkaklığım hemen ardıma sindi ve gözleriyle cesaretsizliğimi işaret etti. “Bu da ne demek,” demeye kalmadan karamsarlığım “ilk defa geleceğe yönelik bir kelime söyledin,” dedi ve “umudun var!” diye ekledi ardından. Haksızda sayılmazdı telkinlerinde “görüşmeyi” dilemek yaşamaya dair bir beklenti, umut etmektir. Umudun kökeninde inanç vardır ve insan inançsız değil yaşamak yürümeye bile dayanamaz. İnancın kökenine de güven koyarsak eğer umut etmek güven duymaktır diye diye düşürken buldum kendimi. Cesaretsizliğimin varlığı sebebiyle tabiki de düşüncelerimi kendime sakladım. Çünkü artık “sosyal iletişim bozukluğum -scd-“ ile beşlemiştik yürüyüşümüzü.

Aklımda çok güzel düşünceleri düşlüyor ama bir türlü bunu ne kendime ne de karşımdaki birine sesli olarak dökemiyor ve dökmeye kalksam bile ilk kelimelerde tıkanıp kalıyordum. Çevremdekiler bunu iletişim bozukluğu yani psikolojik rahatsızlık olarak tanımladılar. Ancak ben düşüncelerimi eşyalara, dağa-taşa, denize-gökyüzüne çok rahat dökebiliyordum. Bu durum ise bence o varlıkların benim hakkımda düşünceleri ya da yargıları olmamalarından kaynaklanıyordu. İnsan ile ne kadar huzursuzsam, bir akıl taşımayan diğer bütün varlıklarla o kadar huzurluydum. Doğa gereği yaşamaya meyilli olan insan kendi içerisinde, bilinçaltında istemese de umut etmek zorundaydı. Umudu baltalayan ise başka insanların senin yaşamına müdahale etmeleri, senin hakkında ön yargıları olmaları ve kendilerinden başka fikirlere tahammül etmemelerinden ileri gelmekteydi. Çağa ayak uydurmak için “eristik” bir kişiliğe bürünmüşler ve çürütülmüş olsa bile kendi doğrularını en doğru olarak kabul eder, ettirmeye çalışırlar.

Korkaklığım “evden çok uzaklaştık geri dönelim,” dedi, cesaretsizliğim bu fikre katıldı ve karamsarlığım öylece yüzüme baktı, scd ise “ne, ne, ne dedin,” deyip durdu.

Polifonik bir düşünce dalgasını zor atlattım. Her yandan bir ses, bir uğultu kemirmeye başladı ruhumu. “Yeter susun artık,” demeyi çok diledim ama cesaretsizliğimle yeniden gözgöze gelince diyemedim. Kendime yeni bir yol çizmeli ve umudu kendime arkadaş edinmeliyim. Yoksa görüyorum ki umutsuz olunca yanı başımdaki arkadaşlarımın da benden bir farkı kalmıyor. Bir şeyleri değiştirmek için değişmek gerekiyor ve değiştirmezsen değişemiyorsun. O halde şunu da söylemek gerekir ki umut insana güç verir, azimle çalıştırır ve yenilik peşinde koşturur. Bu saydıklarımda beraberinde u-mutluluğu getirir. Benim kesinlikle umudu arkadaş edinmem gerekmektedir.

Peki umudu arkadaş edip kendimi u-mutlu ettiğimde bugünü kaçırmış olmaz mıyım? Belki gelecek beklentilerim ulaşamacağım şeylerse bunlar yeniden beni u-mutsuzluğa yani başladığım yere geri getirmez mi?

Sokağa yayılan taze simit kokusu açlığımı hissetmeme neden oldu. Kafamı kaldırıp sokağın karşısındaki “Lokma Unlu Mamülleri ve Pasta” tabelasını gördüm. Oraya doğru seyirtmeye başladım. Yolu tam yarılamışken üzerime doğru gelen kamyondan tok korna sesi, diğer yandan ise sert plastiğin asfalta sürtünmesiyle çılgına dönen fren sesi beni hipnotize etti ve karanlıkta ışığı gören tavşan gibi kalakaldım yolun ortasında. Rüzgarıyla bedenimi yalayan kamyon beni yeniden kaldırıma fırlattı, direksiyon hakimiyetini yeniden toplayarak durmaya tenezzül etmeden yoluna devam etti. Ortalığı saran egzozun dumanı dağılırken gördüm ki kamyon sadece kendi yol almamış, yanında karamsarlığım, korkaklığım ve cesaretsizliğimde onunla beraber gidivermiş. Bana yalnızca dövüşmem, alt etmem için sosyal iletişim bozukluğumu bırakmış.

Sonrasında ne mi oldu? Bir özgüven geldi, her şeyi yeniden yoluna soktu. Ne umuda gerek kaldı ne de diğer ne idüğü belirsiz şeylere... Şimdi neredesin derseniz eğer tam umudun bittiği yerde, “yoldayım.”

...

1 yorum:

  1. Ellerinize sağlık ama bazı yerlerini tekrar gözden geçirmenizi tavsiye ederim.

    YanıtlaSil