14 Eylül 2019 Cumartesi

Tom Robbins - Parfümün Dansı - Kitap İncelemesi - Roman - Edebiyat


Cansız maddelerin ya da canlıların ruhudur koku desek acaba yanlış bir düşünce ortaya atmış olabilir miyiz? Ruh kişiliği tanımlayandır, tıpkı koku gibi. Bir insanın burnunun bir trilyon kokuyu algılaması ve bunların çoğunu hafıza etmesi inanılması güç bir durum olsa da gerçektir. O zaman şunu söylemek gerekir ki kişi deneyimlediği kokuyu 30 yıl hiç duyumsamadan yaşasa ve 31. yıl bu kokuya yeniden maruz kalsa bu kokuyu tanır. Ne kadar harika bir hafızalama değil mi? Muhtemelen sizlerin de bu tarz duyduğunuzda hatırlamaya çalıştığınız kokular olmuştur.

Kokunun tarihçesi çok eskilere dayanmaktadır. Eski devirlerde ovalanma ya da yağlanma –mesihleme- gibi durumlara maruz kalıp bedenin güzel kokmasını sağlamaya çalışmışlardır. MÖ 5000 lerde Mısır’da ve daha eski tarihlerde Greklerde tanrılara kokulu otlar yakılır, güzel kokan bir – parfümüm -  dumanlı koku yaratmaya çalışırlardı. Güzel kokma çalışması çağımıza ait bir uğraş değildir.

“Maddesel şeylerin insanı hayata bağlama gücü nice idealistin sandığından çok daha fazladır.” (Alıntı)


Okuduğumuz eser biraz isminden, birazda popüler kültürün abartmasıyla bence çok üst sıralara çıkmıştır. Yazarın harika mizacı dışında kitap içerisinde okurunu besleyecek pek bir anlam ve kavram yoktur. Harika mizaç dediğim şey ise yazarın kullandığı benzetmelerdir. Aşağıda birkaç tane benzetmesini sundum. Yazarın dili oldukça sade ve herkesin anlayabileceği bir tarzda yazım tarzı vardı. Yazar hakkında bilgim yoktur.

“Arzunun heyecanını ve hayal kırıklığını ortadan kaldırmak için, isteyebileceğimiz her şeyin, ihtiyacımız olabilecek her şeyin zaten bizde de var olduğunu anlamamız, uyanmamız gerek.” (Alıntı)

Konusu ise bütün insanların yegâne isteği olan sonsuz yaşamdır. Ama bilinmeli ki Hz. Âdem’i de cennet gibi bir bahçeden kovduran bu sonsuzluk istediydi. Gılgamış gibi ölümsüzlük arayışına çıkan bir adamın hikâyelemesine şahit olduk. Ancak kullandığı yöntemler ise bana göre tamamen yanlıştı. Çünkü sonsuz yaşama ulaşma “kaçışlar” silsilesi değildir. Hafifle demesi bir nebze ruhu kanatlandırsa da doyumsuz bir sevişme ve inançsız yaşama kişinin hafiflemesi değil bir kaçış yoludur. Hatta insanoğlu bilmelidir ki “yürüme” dışında yapılan her eylem aslında bir “kaçıştır.”

------ Benzetmeler başladı ------
“…yüzündeki kızarıklık, zarar eden bir işyerinin muhasebe defterindeki borç rakamları gibi utanç doluydu.” Sayfa 155.
“Birkaç yassı bulut kayısı renkli gökyüzünü krep gibi sardı.” Sayfa 230.
“…bir anahtar deliği vardı. Sırlarına düşkün New Orleans’ta, anahtar delikleri hep tıkalı olurdu ama bu açıktı. Orospu kimonosu gibi de davetkârdı.”
------ Benzetmeler bitti ------

Biraz da kitap içerisinde keçiden bozma ve Yunan mitolojisinde adı geçen Pan’dan bahsetmek isterim. Panik hali Pan’dan gelmektedir. Arzuların şeytanı demekte yerinde bir düşünce olabilir. Ormanda ya da kırsalda kendi başına yaşayan ve döneminde birçok kişinin hediyeler, sunularda bulunduğu tanrı. Babası Zeus’un habercisi olan Hermes’tir. Annesi ise peridir. Pastoral müziğin yaratıcısı da denmektedir. Bunu ise sevgilisi olan Syrinx sayesinde yapmıştır. Diğer en bilindik sevgilisi ise Narkissos’a âşık olan kara bahtlı Echo’dur. Hani şu bağırdığımızda dönüp dolaşıp yine bize gelen ses var ya işte o. Bunların her birinin birbirinden güzel hikâyeleri vardır, merak ediyorsanız araştırıp haklarında daha detaylı bilgiler bulabilirsiniz. Narkissos’u bir incelememin içerisinde hikâyeleme şansım olmuştu. Onu da merak eden okuyup bulsun.

“Kendi gemine kaptanlık edemiyorsan, hangi yanlış limana vardığına şaşırmamalısın.” (Alıntı)

Her tanrı ölümsüzdür, ta ki son inananda onu unutana kadar. Bu düşünce biz insanlar içinde geçerlidir. Herkes unutulmayana kadar ölümsüzdür. Son olarak vurgulamak istediğim ise kitabın batıdan doğaya bir serüvenle başlayıp yeniden batıya yönelmesidir. Tıpkı Büyük İskender gibi… Erotizm çünkü doğuya has bir şeydir ve batıda o çağlarda erotizm bulunmazdı. Hatta o kadar çok erotizmle iç içeydiler ki poziyonlar hakkında, eğilimler hakkında sayfalar dolusu kitaplar yazdılar. MÖ 4. yüzyılda Büyük İskender nasıl Hindistan’a gidip bu erotizmle tanıştıysa, kitap kahramanı Alobor’da aynı durumu yaşadı.  Hatta doğu mitolojisindeki Inanna’yı alıp Yunan’a Afrodit, Roma’ya Venüs diye satan Büyük İskender’dir dersek ne kadar hata ederiz…

Kitabım Ayrıntı Yayınları’ndan, çevirisi yerinde ve okunulabilir seviyededir. Sayfa kalitesi olması gereken gibi ve birkaç harf hatasından başka hatası bulunmamaktadır. Kapak rengi ve kapak resmi hem kitaba hem de konuya çok yakışmaktadır. Eser bölümler halinde sunulmuş ve her bölümün zaman dilimi farklıdır. Dili gereğinden fazla sade ve pürüzsüzdür.

“...yıldızların gözünde insanın hayvandan bir üstünlüğü olmayabilir.” (Alıntı)

Sözün özü; pekte beğendiğim bir eser olmadı. Yukarıda dediğim gibi yazarın mizacı her şeyin üzerindeydi. Onun dışında konun diğer okuduğum kitaplardan bölüm bölüm kopya edilmiş kurguya benzediğini söylesem abartmam sanırım. Kitap okunulabilir ama tavsiye edebileceğimi sanmıyorum.

Sevgi ile kalın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder