Cansız maddelerin ya da
canlıların ruhudur koku desek acaba yanlış bir düşünce ortaya atmış olabilir miyiz?
Ruh kişiliği tanımlayandır, tıpkı koku gibi. Bir insanın burnunun bir trilyon
kokuyu algılaması ve bunların çoğunu hafıza etmesi inanılması güç bir durum
olsa da gerçektir. O zaman şunu söylemek gerekir ki kişi deneyimlediği kokuyu
30 yıl hiç duyumsamadan yaşasa ve 31. yıl bu kokuya yeniden maruz kalsa bu
kokuyu tanır. Ne kadar harika bir hafızalama değil mi? Muhtemelen sizlerin de
bu tarz duyduğunuzda hatırlamaya çalıştığınız kokular olmuştur.
Kokunun tarihçesi çok eskilere
dayanmaktadır. Eski devirlerde ovalanma ya da yağlanma –mesihleme- gibi
durumlara maruz kalıp bedenin güzel kokmasını sağlamaya çalışmışlardır. MÖ 5000
lerde Mısır’da ve daha eski tarihlerde Greklerde tanrılara kokulu otlar
yakılır, güzel kokan bir – parfümüm - dumanlı
koku yaratmaya çalışırlardı. Güzel kokma çalışması çağımıza ait bir uğraş
değildir.
“Maddesel şeylerin insanı hayata bağlama gücü nice idealistin
sandığından çok daha fazladır.” (Alıntı)
Okuduğumuz eser biraz isminden,
birazda popüler kültürün abartmasıyla bence çok üst sıralara çıkmıştır. Yazarın
harika mizacı dışında kitap içerisinde okurunu besleyecek pek bir anlam ve
kavram yoktur. Harika mizaç dediğim şey ise yazarın kullandığı benzetmelerdir.
Aşağıda birkaç tane benzetmesini sundum. Yazarın dili oldukça sade ve herkesin
anlayabileceği bir tarzda yazım tarzı vardı. Yazar hakkında bilgim yoktur.
“Arzunun heyecanını ve hayal kırıklığını ortadan kaldırmak için,
isteyebileceğimiz her şeyin, ihtiyacımız olabilecek her şeyin zaten bizde de
var olduğunu anlamamız, uyanmamız gerek.” (Alıntı)
Konusu ise bütün insanların yegâne
isteği olan sonsuz yaşamdır. Ama bilinmeli ki Hz. Âdem’i de cennet gibi bir
bahçeden kovduran bu sonsuzluk istediydi. Gılgamış gibi ölümsüzlük arayışına
çıkan bir adamın hikâyelemesine şahit olduk. Ancak kullandığı yöntemler ise
bana göre tamamen yanlıştı. Çünkü sonsuz yaşama ulaşma “kaçışlar” silsilesi
değildir. Hafifle demesi bir nebze ruhu kanatlandırsa da doyumsuz bir sevişme
ve inançsız yaşama kişinin hafiflemesi değil bir kaçış yoludur. Hatta insanoğlu
bilmelidir ki “yürüme” dışında yapılan her eylem aslında bir “kaçıştır.”
------ Benzetmeler başladı ------
“…yüzündeki kızarıklık, zarar eden bir işyerinin muhasebe defterindeki
borç rakamları gibi utanç doluydu.” Sayfa 155.
“Birkaç yassı bulut kayısı renkli gökyüzünü krep gibi sardı.” Sayfa
230.
“…bir anahtar deliği vardı. Sırlarına düşkün New Orleans’ta, anahtar
delikleri hep tıkalı olurdu ama bu açıktı. Orospu kimonosu gibi de davetkârdı.”
------ Benzetmeler bitti ------
Biraz da kitap içerisinde keçiden
bozma ve Yunan mitolojisinde adı geçen Pan’dan bahsetmek isterim. Panik hali
Pan’dan gelmektedir. Arzuların şeytanı demekte yerinde bir düşünce olabilir.
Ormanda ya da kırsalda kendi başına yaşayan ve döneminde birçok kişinin
hediyeler, sunularda bulunduğu tanrı. Babası Zeus’un habercisi olan Hermes’tir.
Annesi ise peridir. Pastoral müziğin yaratıcısı da denmektedir. Bunu ise
sevgilisi olan Syrinx sayesinde yapmıştır. Diğer en bilindik sevgilisi ise Narkissos’a
âşık olan kara bahtlı Echo’dur. Hani şu bağırdığımızda dönüp dolaşıp yine bize
gelen ses var ya işte o. Bunların her birinin birbirinden güzel hikâyeleri
vardır, merak ediyorsanız araştırıp haklarında daha detaylı bilgiler
bulabilirsiniz. Narkissos’u bir incelememin içerisinde hikâyeleme şansım
olmuştu. Onu da merak eden okuyup bulsun.
“Kendi gemine kaptanlık edemiyorsan, hangi yanlış limana vardığına
şaşırmamalısın.” (Alıntı)
Her tanrı ölümsüzdür, ta ki son
inananda onu unutana kadar. Bu düşünce biz insanlar içinde geçerlidir. Herkes
unutulmayana kadar ölümsüzdür. Son olarak vurgulamak istediğim ise kitabın
batıdan doğaya bir serüvenle başlayıp yeniden batıya yönelmesidir. Tıpkı Büyük
İskender gibi… Erotizm çünkü doğuya has bir şeydir ve batıda o çağlarda erotizm
bulunmazdı. Hatta o kadar çok erotizmle iç içeydiler ki poziyonlar hakkında,
eğilimler hakkında sayfalar dolusu kitaplar yazdılar. MÖ 4. yüzyılda Büyük
İskender nasıl Hindistan’a gidip bu erotizmle tanıştıysa, kitap kahramanı
Alobor’da aynı durumu yaşadı. Hatta doğu
mitolojisindeki Inanna’yı alıp Yunan’a Afrodit, Roma’ya Venüs diye satan Büyük
İskender’dir dersek ne kadar hata ederiz…
Kitabım Ayrıntı Yayınları’ndan,
çevirisi yerinde ve okunulabilir seviyededir. Sayfa kalitesi olması gereken
gibi ve birkaç harf hatasından başka hatası bulunmamaktadır. Kapak rengi ve
kapak resmi hem kitaba hem de konuya çok yakışmaktadır. Eser bölümler halinde
sunulmuş ve her bölümün zaman dilimi farklıdır. Dili gereğinden fazla sade ve
pürüzsüzdür.
“...yıldızların gözünde insanın hayvandan bir üstünlüğü olmayabilir.”
(Alıntı)
Sözün özü; pekte beğendiğim bir
eser olmadı. Yukarıda dediğim gibi yazarın mizacı her şeyin üzerindeydi. Onun
dışında konun diğer okuduğum kitaplardan bölüm bölüm kopya edilmiş kurguya
benzediğini söylesem abartmam sanırım. Kitap okunulabilir ama tavsiye
edebileceğimi sanmıyorum.
Sevgi ile kalın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder